• DOLAR 34.626
  • EURO 36.376
  • ALTIN 2920.711
  • ...

Şu an dünya nüfusunun yüzde 25`ini Müslümanlar oluşturuyor ve halkının çoğu Müslüman olan ya da resmi dini İslamiyet olan 63 ülke var. Müslümanlar dünya nüfusunun dörtte birini oluşturmakla kalmıyor aynı zamanda dünya petrolünün yüzde 65`i, doğalgazın yüzde 51`i, doğal kauçuğun yüzde 70`i, kalayın yüzde 52`si, hurmanın yüzde 93`ü, Hindistan cevizinin yüzde 33`ü, buğdayın yüzde 15`i, pirincin yüzde 17`si, baharatın yüzde 39`uve en önemli tarım ürünlerinin yüzde 20`si İslam ülkelerinde üretiliyor.

UNESCO tarafından belirlenen 267 manevi dünya mirasının 61`i, Dünya finans sektörünün yüzde 27`si İslam ülkelerinde. Yine 24 yaş altındaki dünya genç nüfusunun yaklaşık yüzde 60`ı İslam ülkelerinde bulunuyor.

Ancak gelin görün ki tüm İslam ülkelerinin milli geliri 4 trilyon dolar civarında ve bu da dünya milli gelirinin yüzde 7`sine tekabül ediyor. Yine İslam ülkelerinin birbirleriyle ticareti, toplam dış ticaretlerinin yüzde 10`u bile değil. Asıl vahim olan ise İslam ülkeleri arasındaki adaletsiz oranlar. En zengin İslam ülkesi ile en fakiri arasındaki gelir farkı tam 300 kat. Mesela Katar`da kişi başına yıllık gelir 53 bin dolar iken Somali, Habeşistan, Sudan gibi ülkelerde kişi başına 150 dolar bile düşmüyor.

İslam ülkeleri öyle bir araya gelmeyi de pek sevmiyorlar. Başlangıçta 51 üye ile kurulan BM her yıl düzenli toplanırken 57 üye ile kurulan İslam İşbirliği Teşkilatı devlet başkanları düzeyinde ancak 3 yılda bir toplanıyor. BM`de 6 ülkenin veto hakkı varken, İİT`de ise resmi olmasa da Suudi Arabistan veto hakkına sahip gibidir ve 2014 yılında E.İhsanoğlu genel sekreterlik görevini S.Arabistan`a (İyad bin Emin Madani`ye)teslim ettiğinde teşkilatın işlevsizliği dolayısıyla bir nevi seyircilik ihaneti daha da fecaat arz ederekdevam etmiş olacaktır.

Dünyanın diğer insanlarına nasip olmayan Kur`an ve Sünnet gibi eşsiz iki zenginliğe ve paha biçilmez iki tükenmez hazineye sahip olmalarına rağmen Müslümanlar niçin bu halde, İslam ümmeti niye bu zillete rıza gösteriyor, neden bu çıkmazı aşamadılar veya aşamıyorlar sorularına cevap bulmak için sayısız makale ve eser yayınlandı, nice konferanslar, toplantılar yapıldı.Ancak tespitlerin yerindeliği sonuçları değiştirmediği gibi son eklenen Suriye ve Mısır gibi örnekler tabloyu daha bir kara hale getirdi.

 İttifakı değil ihtilafı tercih eden, marifeti değilcehaleti seçen, sanata ve üretime değil zarurete ve tüketime odaklanan İslam ülkelerinin nüfus olarak veya yeraltı ve yerüstü kaynakları bakımından zenginliği, kendi içindeki mazlumların, mağdurların, mahrum ve mustaz`afların acısına derman olmuyor, ahlarını dindirmeye yetmiyor, yaralarını sarmıyor.

Üstad`ın deyimiyle her yaranın ilacı hükmündeki zekâtla gereği gibi amel etmeyen ve her hastalığın mikrobu olan faizi tam anlamıyla yasaklamayan İslam ülkelerinde, fitne ve zulümler kesilmeyecektir. Yine Üstad`ın ifadesiyleMüslümanlar arasında ümitsizlik, doğruluktan uzaklaşma, düşmanlığa muhabbet, kardeşlik bağlarını bilmeme ve çıkarcılık sürdüğü müddetçe kan ve gözyaşı akmaya devam edecektir.

Daha iki hafta önce Arakan`daki kamplarda kalan mazlum Müslümanların, Dışişleri Bakanı Davutoğlu`na nasıl ağlayarak sarıldığını izledik. O görüntüleri izleyip de kalbinde bir şeyler kopmayan, gözleri en azından ıslanmayan Müslüman kalmış mıdır bilmiyorum.

Ve iki gün önce Mısır`da, darbe karşıtı protesto yaptılar diye 14 kıza -ki bunların 7`si 18 yaşın altında- 11`er yıl ceza verildi.

İşte tarifsiz acılar…Mezkûr İslam ümmetinin önünde…

Ve gürültüsünü mahşer gününe bırakır gibi sessiz sedasız…