• DOLAR 34.734
  • EURO 36.589
  • ALTIN 2959.835
  • ...

Şu yaşananlar için ne diyorsunuz?

Bu soruyla bugünlerde daha fazla karşılaşıyorsunuz.

Bediüzzaman Hazretleri, ilk dönem eserlerinden Mesnevî-i Nuriye’de, “otuz yıllık ilim tahsilimde dört kelime ile dört kelam öğrendim” der ve dört kelimeyi; mâna-yı ismî, mâna-yı harfî, niyet ve nazar şeklinde sıralar.

Mâna-yı ismî ve mâna-yı harfî ile Arapça gramere atıf yapar. Arapçada isim; hiçbir edata (harfe) ihtiyaç duymadan kendi başına anlamı olan kelimeler diye tarif edilir. Harf (edat) ise kendi başına anlamı olmayan, ancak başına geldiği isme veya fiile mana katan kelime demek.  

Yani Üstad, hakiki failin Hak Teala olduğunu idrak etmek için varlığa ve olaylara isim gibi değil harf gibi bakmak gerektiğini vurgulamaktadır.

Varlığa veya olaya isim gibi bakmak, arkasında hiçbir alaka, ilgi, etki düşünmeden “nasıllığını” sorarak kendi başına yorumlamak iken, harf gibi bakmak ise varlığa ve olaya, “niçin, neden, kim” sorularını sorarak arkasındaki bağlantıyı dikkate almak demek.  

Basit zannedilen bu ölçü, maalesef, sosyal ve siyasi hadiselerde gözden kaçıyor ve ferasetin, basiretin bağlanmasına, şeytan ve dostların tuzağına düşmeye yol açıyor.

İşgal rejimini ve Amerika’yı veli edinmiş, halkı müslüman olan kimi ülkelerde ta Aksa Tufanı’nın başladığı günden bu yana kimi alim kılıklı zatlar, Gazze’deki soykırımdan hiç bahsetmeyip her müslümanın dikkat etmesi gereken ahlaki faziletlerden söz ediyorlar.

Meseleye mâna-yı ismî ile baktığınız zaman, İslamdan ne güzel bahsediyorlar dersiniz.

Oysa dış görünüşteki İslami ahengi, ahseni takvim sananların saflığına, İslam aleminin ödediği bedel günden güne katlanarak artıyor.

Belki de "Allah sizin dış görünüşünüze ve mallarınıza bakmaz. Ama o sizin kalplerinize ve işlerinize bakar." buyuran Efendimiz (sav)’in uyarısını nakıs anladığımız için bir delikten iki defa değil iki yüz defa ısırılıyoruz.

Filan kimse çok güzel tefsir yapıyor, çok hoş hadis şerh ediyor, acayip ilim öğretiyor etrafında talebesi, müridi, şakirdi, dinleyeni var.

Olabilir.

Hele bir de mâna-yı harfî ile bak.

Perde gerisinde kiminle iş tutuyor? Hangi olaya nasıl bakıyor? Şunları nasıl değerlendiriyor? Kriz zamanlarında ve kritik vakalarda nerede, kimin tarafında duruyor?

Filan cemiyetin adamı hep tekbir getiriyor, ayet okuyor, dua ediyor, sakal sarık o biçim, cihad, şeriat diyor, emperyalizme, küfre, zulme verip veriştiriyor, müthiş heyecan uyandırıyor, hitabeti süper, her konuşması merak ediliyor, kitapları, yazıları, paylaşımları rekor kırıyor.

Olabilir.

Hele bir de mâna-yı harfî ile bak.

Bir şeyleri büyütürken, neleri küçültüyor? Geçmişi ile bugünü, sözü ile ameli, tenhadaki vaziyeti ile kalabalıktaki hali, kendisi için istediği ile başkası için istediği, dünyası ile ahireti, zorluk ve bolluktaki keyfiyeti ne alemde?

Filan topluluğun adamları, geçmişte şöyle şöyle yiğitlikler yapmışlar, şuna buna şöyle destek olmuşlar, İslam uğruna çok çileler çekmişler, müthiş iz bırakmışlar, yol açmışlar, yola getirmişler, mamur etmişler, beklenmişler, övülmüşler.

Olabilir.

Hele bir de mâna-yı harfî ile bak.

Şu an ne durumdalar? Sermayelerini tüketmemişlerse ellerinde kalan ne halde? Ellerinde bir şey gözükmüyorsa ne adına ve kimin hesabına yatırmışlar? Kimlerle ortak olmuşlar? İstikametten sapmamışlarsa nerelere varmışlar? Savruldularsa hangi Tih çölünde avare dolaşmışlar? Yeni şeyler kazanmışlarsa karşılığında ne vermişler?

Hani kavmi Hz. Musa’ya şöyle demişti: “Sen bize gelmeden önce de, geldikten sonra da hep işkence gördük, eziyetlere uğradık.” (A’raf 129)

Bunu söyleyenler eziyete mâna-yı ismî ile bakmışlardı. Mâna-yı harfî ile baksalardı Firavun döneminde uğradıkları eziyetin korkaklıktan, öğrenilmiş çaresizlikten, zulmü kanıksamadan, alışmadan ve zilletten, Musa(as) dönemindeki eziyetin ise imana dayalı izzetten, Hak üzere sebattan olduğunu kavrarlardı. 

Şimdi Suriye veya başka yerde her kim varsa ve her ne oluyorsa kanaat belirtmeden önce mâna-yı harfî ile bakmak daha selametli değil mi?