Toplumdaki Huzursuzluk Sebepleri
Toplum için huzursuzluk belirtileri nelerdir? sorusunun cevabı memleketin mevcut tablosudur.
Geçim derdinin bir türlü istikrar bulmadığı ve maddi seviyenin vasatın altında olduğu bir ülkede gerilim yükseltenlerin sesinin gür çıkması, herkesin her meselede ahkam kesmesi.
Gayri müslim ülkelerin neredeyse tamamında zararından dolayı sıfıra yakın seviyelerde tutulurken, ribanın kesin olarak haramlığına inanan müslüman bir coğrafyada ekonomik sorunların çözümü için yüksek faizden meded umulması. Bunun neticesinde üretimin azalması, zenginin daha zengin, fakirin daha fakir hale gelmesi ve güvensizliğin çığ gibi büyümesi.
Herkesin kafasına göre fiyat yükseltmesi, satıcılar arasındaki rekabetin işe yaramaması.
Kentleşmeye mecbur edilerek sürekli hazır tüketime alıştırılan kalabalıkların gelir gider dengesinin allak bullak olması.
Savurganlığa karşı hassasiyetlerin unutulması. Yukarıdan aşağıya aşağıdan yukarıya hırsın, kanaatsizliğin, israfın ve aç gözlülüğün bereketi tarumar etmesi.
Halkın süratle düşen alım gücüne yatırım yapan ultra faşist akbabalar ve dışardan devşirilip buraya salınmış ırkçı sırtlanlar. Ve onların hızla taraftar bulup sinir uçlarıyla oynaması.
Mutlak surette boyun eğilen Kemalist laik düzenin yüz yıllık bilançosu.
Yani İslam’ı sosyal hayatın dışına iterek dizayn edilen kafa yapısının kendi inancını, mazisini, medeniyetini, kültürünü reddetmesi. Ve bunun ürettiği devasa boşluğun korkunç bir hızla sekülerlikle doldurulmaya çalışılması.
Haliyle güvenilen tek kalenin yani ailenin yıkılışının sadece seyredilmesi.
Kitlelerin manevi ihtiyacının yok sayılması, doğru okunamaması, hakkıyla tahlil edilememesi ve doyurulmaması.
Devleti dine yaklaştırmak yerine dinin devlete tahakküm kurmaya çalışması.
Tamamen sivil ve bağımsız olması gereken dini faaliyetlerin birtakım suistimaller bahane edilerek ısrarla resmileştirip kontrol altına alınmak istenmesi.
Tarikatlerin, cemaatlerin, kanaat önderlerinin ve hatta resmi din görevlilerinin bile itibarlarının sürekli zayıflatılması.
Dinin yapıcı, onarıcı, takviye edici, teselli edici ve hem karşılıklı hem de bireysel olarak ruhi/psikolojik rolünün evvela gençlere kavratılamaması. Hatta son derece düşük zeminlerde tartışılmasına müsaade edilerek dine yönelik güvenin zayıflatılması.
Dini sabitelere doğrudan ve dolaylı hakaretlerin göstermelik müdahalelerle geçiştirilmesi.
Ahlaki değerlerin medya eliyle yozlaştırılması.
Bir milletin varlığını sürdürmesi için zaruri olan asabiyenin salt bir ulusçuluk, katı bir menfi milliyet sığlığına indirilmesi. Böylece en ufak bir farklılığın, fıtri aidiyetin asimile edilip eritilmesi gereken kanser hücresi gibi görülmesi. On milyonlarca insanın her gün incitilmesi bir yana inanç ve gelenek düşmanı sosyalist kampa itilmesi.
Batı düşüncesinin, batıdan alınan yasaların, batı sanatının, yaşam tarzının ve batılı güçler ile her alanda ortaklığın mutlak temel alındığı bir statükocu disiplinin tartışmasız biçimde sahiplenilmeye devam edilmesi.
Dolayısıyla bu esasa göre yetişen akademisyenin bırakın makul müspet bir fikir adamlığını, Suriyeli göçmen düşmanlığı gibi maganda kılıklı drakulalara dönüşmesi. Dışkısını yiyen bilim adamlarının ortalıkta arzı endam etmesi.
Canlı yayında gerçekleştirilen ve insan vicdanını yerinden oynatan Gazze’deki soykırımın bitmesi için hiçbir ciddi adım atılamaması ve bunun büyüttüğü suçluluk hissi.
Atanamayan, işsiz üniversite mezunları. Yargıdaki adaletsizlikler. Sağlık alanındaki tıkanıklıklar. Eğitimin halihazırdaki niteliği. Isıran köpekler ve köpeksiler. Cinsi sapkınlar ve siyasi destekçileri. Ve daha neler neler.
Mevlâ huzur versin.