• DOLAR 34.663
  • EURO 36.361
  • ALTIN 2930.09
  • ...

Türkiye’de ve dünyada belki binlerce fakültede uluslararası hukuk dersleri veriliyor. Bunun için yazılmış makale, kitap ve sunuların da haddi hesabı yoktur. Ve bunların neticesinde tesis edilen kurumlar, komisyonlar, bütçeler ve uğruna ödenen nice bedeller var.

Ve halkların uymakla yükümlü kılındığı nice devletler arası sözleşmeler, protokoller, bildiriler filan.

Gelinen noktada hepsinin hükümsüz olduğu bir daha yeniden ve daha güçlü şekilde tescillendi.

Gerçi pozitif hukuk ile adından çok söz ettiren John Austin, hukuk’u; “uyulmaması halinde yaptırım tehdidiyle desteklenen egemenin emridir” diye tarif etmişti. Peki hukuk, nasıl egemenin emri olurdu ki? Bunu çözmek için bu tarifin yapıldığı iki asırdan bugüne, dünyadaki savaşlara, çeşit çeşit zulümlere ve soykırımlara bakmak yeterlidir.

Aslında son kertede uluslararası hukuk, coğrafi sınırla insani sınırı birbiriyle bağdaştırırken ciddi açıklar verdiği için toplumları bir türlü kendinden emin kılamamıştı.

İşte o güvensizlik bahşiş ve tehdit hilesiyle sürekli bir tür sosyal sihir yapılarak kapatılmaya çalışıldı.

Ve artık tılsım bozuldu.

Bu tılsımı bozan Gazze’linin, Filistin’linin sabrı, sebatı ve cihadı oldu.

Hem de ne sabır.

Dağların yüklenmekten kaçındığı emanetin ağırlığınca.

Kıyametin kopuşundan sonra insanların şahid olacağı ahvalin ağırlığınca.

Şimdi boğazına geçirdiği ipi sıkarak ABD’nin ve yedeğindekilerin bütün gücünü arkasına alan işgal rejiminin, Mısır gibi bir sadık kölesinin bile arabuluculuk ettiği ateşkesi tanımama şımarıklığına şaşırmamak gerek.

Tıpkı hâlâ bu lanetli çeteye güvenerek vaziyet alan ve gelişmeler ne olursa olsun “Hamas terör örgütüdür” diye alçalan çukurlara şaşırmamak gerektiği gibi.

Sadist fantezileri ile sonunu hızlandıran kudurmuşluğu ve kölelerinin çıkarları dışında hiçbir sınır tanımayan siyonist illetin revize ettiği yeni uluslararası hukuk’a göre, bundan böyle güçlü olanın zayıfı yemesi için sihir ve illüzyona da helvadan demokrasi, insan hakları ve etik gibi putlar yapmasına da formaliteden protokol maskeleri takmasına da lüzum kalmadı.

Öyle ya bundan böyle yeni konsept; “kimin gücü kime nasıl yeterse” değil mi?

Ve Refah Kenti..

Şu birilerinin kırmızı çizgimiz dediği Refah.

Atanmış Firavun’un aman bu taraf o taraf diye tir tir titreyip aradaki duvarı ha bire tahkim ettiği Refah.

Bir buçuk milyon mazlumun can havliyle yığıldığı Refah.

Aylardır katliamcı kahpelerin girmeye bir türlü cesaret edemediği Refah.

Böyle bir kıyımda kardeşine sırt dönmenin Allah’ın dininden dönme olduğunu anlamayacak kadar kendini unutmuş kalabalıkların ötesindeki Refah.

 Endonezya, Pakistan, Malezya, İran, Kuzey Afrika, Arabistan, Türkiye ve daha bir çok ülkeyi içine alan geniş Tih çölünde şaşkın bir halde dolaşan dindaşlarından bir beklentisi kalmayan Refah.

İsrafil aleyhisselamın elindeki Sur’un ağzından kayıp düşmekte olan Refah.

Sodom ve Gomoreyi alt üst etmek için gelen meleklerin bir kanatlarına onlarca başkenti diğer kanatlarına ise taşını toprağını koyup çırpmak üzere oldukları Refah.

Konfor ve refahları uğruna azgın yahudinin semirmesine hep göz yuman nefsi emmarelerin ebedi idamı için kalem kırmasına ramak kalan Refah.

İspatlanmamış ahidlerin savrulmak üzere olduğu uçurumun kenarı Refah.

Elbette ki Hak Teala’nın vaadi haktır. Lakin vakti geçtikten sonra ibadet nasıl makbul olur?

Söndürmek için ciddi bir çaba harcamayan komşu, yanan evden kurtulan dostunun yanına hangi yüzle varır?

Allah’ım Refah’lının ahından ve Senin Refah’lı hesabından, Refah’lı gazabından yine Sana sığınırız.