Şeyh Said Efendi(rh)’yi Sahiplenmek
“İbrahim ne Yahudi ne Hristiyan idi; bilâkis o, tek Allah’a inanıp boyun eğmiş birisiydi, müşriklerden de değildi. Doğrusu insanların İbrahim’e en yakın olanı, ona tâbi olanlar, şu Peygamber (Hz. Muhammed) ve iman edenlerdir. Allah da müminlerin dostudur.” (Âl-i İmrân Suresi)
Bu ayet-i kerimenin nüzul sebebi için kitaplar der ki: Necran’dan gelen Hristiyan heyet, Medine’de, Resulullah(sav)’in huzurunda Hz. İbrahim(as) hakkında tartıştılar. İki taraf da Hz. İbrahim(as)’ın, kendi dinlerinden olduğunu söylüyorlardı.
Mekke’li müşriklerin de Kâbe’ye olan hürmetlerinin Hz. İbrahim’le alakası olduğuna göre ortada paylaşılamayan bir İbrahim(as) vardı. İşte ayet-i kerimeler, Hz. İbrahim(as)’ın hakiki varislerinin kimler olduğunu, yani O’nu kimlerin sahipleneceğini ilan etti.
Derin izler bırakan şahsiyetlerin milliyet veya dinleri için bu tür mülkiyet iddiası aslında tarihin en yaygın çekişmelerinden biridir.
Sorun bu çekişmenin kendisinde değil, çünkü salih zatları kendinden görme, onları başkasının değil kendinin önderi bilme herhalde hayırda yarışın bir parçası olarak kabul edilecektir.
Ancak referansı din düşmanlığı olan bazı kesimlerin kendi yanlışlarını, saygın zatlara onaylatır gibi, bir tarafta Mevlana bizdendir, Yunus bizdendir, öte yanda Şeyh Said bizdendir, Üstad Said bizdendir demeleri yenilir yutulur cinsten değildir.
Bediüzzaman bizden diyorsanız, o zaman tıpkı O’nun gibi meydana çıkıp “Şeriatın bir hakikatine, bin ruhum olsa feda etmeye hazırım. Zira şeriat, sebeb-i saadet ve adalet-i mahz ve fazilettir” diye haykırmanız icap eder.
Ahmed-i Hânî (Ehmedê Xanî) bizden diyorsanız o zaman,
“Ne meezûr e cahil ku aqil bitin
Ji Xaliq bi cehla xwe xafil bitin”
(Cahil ma’zur değildir, olursa akîl, Cehaletiyle Yaratıcıdan olursa gafîl) deyip Hakka yanaşmanız gerekir, O’ndan uzaklaşmanız değil.
Şimdi Şeyh Said Efendi’yi de birileri kendi tekellerinde görüyor. Birileri dediysek, hani Şeyh, Efendi, Alim, Cihad, Kıyam, Tarikat, Nakşibendi, Şehadet gibi o büyük zat ile özdeşleşen ne varsa hiç biriyle en ufak bir dostane alakaları olmadığı gibi bütün bunları yok etmeye çalışanları kastediyoruz.
O mübarek zatların imanı, takvası şu memleketin hepsine taksim edilseydi yeterdi. Onların himmetidir ki, hâlâ bu memlekette Allah cc deniliyor, Muhammed Mustafa(sav) deniliyor.
Aynı anda net bir şekilde hem zındığa hem de mümin zata övgüler dizmek de kefere soytarılığından başka bir şey değildir.
Velhasıl Şeyh Said Efendi’yi sahiplenmek güzel bir girişim. Tabi ispat edilmesi şartıyla. Bunun için de yapılacak olanlar belli. Evvela güzelce bir boy abdesti alıp şöyle hakkını vererek güzel bir kelime-i şehadet getirmek. Sonra her türlü zulümden, sapkınlıktan, rezillikten, alavereden dalavereden temizlenip, şeytan ve dostlarının karşısına çıkmak.
Yoksa laikliğin bütün sülalesine kıyam eden bir alim herhalde sosyalizmin, sekülerizmin, emperyalizmin, şehvetperestliğin zerre miktarını haşa kabul edecek biri değildi.
O büyük zatlar, kendilerinden önce gelen bir kervanın yolcularıydılar. O kervanda nice Peygamber varisi alimler, sıddıklar, şehidler veliler vardı. O kervana sonra da nice Hüseyn’ler, Selahaddin’ler katıldı.
Mevla o kervandan ayırmasın. Onların ahdine uyanlardan eylesin. Amin.