• DOLAR 34.388
  • EURO 36.852
  • ALTIN 2968.442
  • ...

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül`ün son açıklamaları çözüm sürecinin açıklanmayan hedefleriyle ilgili açık ipuçları vermesi bakımından önemliydi. Devletin en üst makamındaki kişinin halk ve yönetimle ilgili sözleri elbette devlet ağzıyla söylenmiş kabul edilir, dolayısıyla bir takım yükümlülükleri beraberinde getirir. Mesela şu söz: “Ben Türk değil Kürt`üm, bu toprağım insanıyım diyen insanlara zorla yok ya, sen ille de Türksün dedirtmişiz. Bunlar bizim yanlışlarımız. Bunu yaptığımız için güç verdik, enerji verdik. Bugün özgüven içinde bunları bizim halletmemiz lazım.” 


Peki, bu sözün gereğinin yapılması için illa da çözüm sürecinin pozitif sonuçlarının görülmesi mi beklenecek? Madem, bu toprağın Kürt`üm diyen insanına Türk`üm dedirtmekle yanlış yaptınız ki bunu, siz şahıs olarak değil devletin rejimiyle, kurum ve kuruluşlarıyla yaptınız. O halde bunu halledecek yetki de sizde olduğuna göre, gereğini yapmak için özgüvenden bahsetmek bulunduğunuz makamları tartışmaya açmaz mı? ‘Ne Mutlu Türküm Diyene` yazılarını kaldıracağız ama özgüvenimiz yok, Kürtler üzerinde her türlü asimilasyon politiklarına son vereceğiz ama özgüvenimiz yok, işlenen cinayet ve katliamlar için her devletin yaptığı gibi devlet özrünün gereğini yapacağız ama özgüvenimiz yok biçimindeki yaklaşımlar özgüven eksikliğinden öte cesaret zayıflığı demektir.


Sayın Gül, bu özgüvenin anayasa değişikliği ile sağlanabileceğini söylüyor. Peki, eski anayasada ilkokul çocuklarına andımızın söyletilmesi gerektiğine dair bir madde mi var da yeni anayasa bekleniyor? Irkçılık kokan söylemler dağda, taşta, sokakta, okulda, kitaplarda illa da yazacak diye bir madde mi var da yeni anayasa bekleniyor? Yine eski anayasada, darağacında asılan binlerce mazlumdan, âlimden ve neredeyse yarım asır devlet eliyle zulmedilen Bediüzzaman`dan kesinlikle özür dilenmeyecek, itibarları ve naaşları iade edilmeyecek diye bir madde mi var da yeni anayasa bekleniyor?


Hem mademki Kürtçe yayın yapan kanal açılırken yeni anayasayı bekleyelim denmediyse, Kürtçe ve Zazaca derslerinin seçmeli olarak okutulması gibi bir takım düzenlemeler yeni anayasa beklenmeden de yapılabildiyse bu çözüm sürecinin bir örgütle yaşanan problemleri halletmenin ötesinde olduğunuanlatmak adına olsa da yeni ve hızlı adımlarla pekâlâ birçok yanlıştan dönülebilir.


Sayın Cumhurbaşkanı`nın sürece ilişkin sözleri fiili destekten daha fazla bir anlam taşıyor. Çünkü işin hakikatini söylüyor, mantığını ve özünü ifade ediyor. Keşke bu tespitleri, on yıl önce iktidara geldiklerinde hem kendilerine verilen desteğin özgüven ve cesaret olduğunu bilerek hem de birilerinin rahatsızlığından ürkmeden, rejimin günahlarına ortak olmadan ve toplumu en temel insani haklarından mahrum etmeden yapsalardı.


Öte yandan, Sayın Gül`ün “İmparatorluk refleksi ve özgüveni ile hareket edebiliriz. Böyle hareket edersek bir çok sorunu aşarız. Kendi kendimize dar elbiseler giydiriyoruz.” şeklindeki sözleri ise çözüm sürecinde kimin ne ile ikna edildiğine dair açık bir tüyo niteliğinde görünüyor.


Öyle ya PKK`ye bu kadar hızlı, bu kadar kararlı, bu kadar net biçimde geri adım attıran vaadin ne olduğu sorusu çok da uzun süre saklanamaz. Hem, yüzeysel ve zahiri bir takım nedenler de uzun süre inandırıcı bulunmaz. Sayın Gül, verilen vaadin robot resmini çiziyor. Vesikalık fotoğrafı da yakında netleşecektir. Umarız bu fotoğraf kardeşliğin, kucaklaşmanın, birliğin, muhabbetin, kaynaşmanın renklerini barındırır.


Ve şimdi Roboski`nin sürekli ağlayan, yüreği yaralı anneleri Sayın Gül`den bir cümle daha bekliyorlar: “Sizin acınız, Kayseri`nin de acısıdır. Biliyoruz ki acınızı dindirdiğimiz zaman bütün buzlar eriyecek ve sınırlar kimsenin umurunda olmayacaktır.”


Allah aşkına çok şey mi bekliyorlar?