• DOLAR 34.606
  • EURO 36.284
  • ALTIN 2924.293
  • ...
Gün geçmiyor ki bir başörtülü öğrenci ya da öğretmen zulme uğramış olmasın. En son olay, İstanbul Sultanbeyli`de yaşandı. Mehmet Akif Ersoy İlköğretim Okulu Müdürü Hidayet Sarar, Şehri Küçük isimli ücretli öğretmenin ‘Kılık Kıyafet Yönetmeliği`ne aykırı olarak baş örtüsüyle derse girmek istemesinden dolayı görevine son verdi.

Bu müdür ve benzerleri hakkında hiçbir işlem yapılmadığı gibi, uygulamalarına kaynak teşkil eden yönetmelikler bizzat bu hükümet tarafından yürürlüğe konuluyor. Bunlar da yetmezmiş gibi, inanç ve ibadetleri anayasal güvence altına almanın mantıksız olduğunu söyleyen Sayın Başbakan`dan, cesaret alan Milli Eğitim Bakanı eskileri aratmayacak biçimde başörtüsü diye bir sorunun bulunmadığını söylüyor.

Aynı Başbakan, aynı hükümet yetkilileri öte tarafta kadına şiddet uygulayanların ne kadar vahşi olduğundan dem vuruyor. Öyle ya, başörtülü öğrenciyi okul okul sürgüne gönderenlerin yaptığı zulüm, şiddet değil, Diyarbakır`da başörtülü öğretmeni çocukların gözü önünde kolundan tutup okuldan atan müdürün yaptığı şiddet değil, son olayda olduğu gibi atanamadığı için birkaç kuruş ekmek parası uğruna ücretle derse giren öğretmeni yaka paça dışarı atan müdürün yaptığı şiddet değil ve daha nice kız öğrenciye, bayan personele azı dişlerini gösteren idarecilerin yaptıkları şiddet değil.
 
Çünkü ‘her kavram ve fiili hakim zihniyet nasıl tarif ederse o, öyledir` mantığınız sürdükçe mağdur üretmeye devam edeceksiniz ve ah alacaksınız.
Kadına şiddeti, Mardin valisinin dile getirdiği gibi sadece bir takım ‘içkici, kumarcı manyak kocaların eşlerini dövmesi` diye tarif ederseniz müdürlerin öğrenci ve öğretmen bacılarımıza yaptıkları eziyet, şiddet değil taş kalplerden yontulmuş ‘Kılık Kıyafet Yönetmeliği` putuna kurban sunmak olur.

Sahi, başörtüsünü her yerde güvence almamaktaki ısrarınız, birilerinden duyduğunuz endişeyse hâlâ kimden korkuyorsunuz? İstediğinizi istediğiniz zaman derdest edip tutuklayabildiğiniz eskilerinden ya da Uludere raporuyla ak-ladığınız, omuz omuza verdiğiniz subayların yenilerinden mi korkuyorsunuz?

Ya da mescid, namaz, başörtüsü görünce çifte atan pardon manşet atan ve Rabbimizin Müddessir Suresi 50. ayette “Onlar aslandan kaçan ürkek yaban eşekleri gibidirler” şeklinde tarif ettiği bazı gazetelerden mi ürküyorsunuz(!)?

Gerçekten Filistinlilerle israilli yahudilerin otobüslerini ayıran ırkçı israilin siyonizmine, insanlık suçudur deyişiniz – her ne kadar Amerikalı vekillerin ‘sözünü geri al` tehdidine ne cevap vereceğiniz belli olmasa da- takdire şayan iken bu duruşunuz daha geçen ay Ankara`da başörtülü bir kadını otobüsten indiren üniversite yetkililerini görmezden gelmenizle hiç mi hiç bağdaşmıyor. Peki, israil`den ve dolayısıyla Amerika`dan -onlarla olan ciddi ticari ilişkilerinize veya derin stratejik işbirliğinize güveninizden olsa gerek- çekinmez bir edayla konuşurken buradaki hangi güçten korkuyorsunuz?

Öyle ya başörtülü ilköğretim öğrencisini diğerlerinden ayrı görenler, sizin ‘ayağımızın altında` dediğiniz ırkçılık ya da milliyetçilik tariflerinizin hiçbirine girmiyorlar. Kusura bakmayın ama sizin adalet tarifinizde de İslami dava mağdurlarının yer almadığını bir çok örneğiyle gördük. Yine sizin tarif ettiğiniz STK`ların içinde mesela Mustazafların bulunmadığını gördük. Sizin tarif ettiğiniz kanaat önderi tarifinde ciddi İslami endişeye sahip olan âlimlerin yer almadığını gördük.

Her neyse tarifleriniz bir yana, on yıl öncesinde başörtüsüyle kendi ülkesinde okutamadığı kızlarını yurtdışında okutmak zorunda kalan Başbakan veya bakanların o zamanki acziyeti için ‘bir takım yerel güçlerden korkuyorlar` denirdi ve siz bugün ona, ‘tedricilik siyaseti` dediniz ve biz bu mazeretinizi hadi anladık diyelim. İyi de bugün kimden korktuğunuz için başörtüsüne yasak getiren yönetmeliği zalim idarecilerin önüne silah gibi koydunuz?
Yoksa gülüp geçtiğiniz ‘gömleklerini çıkardılar` sözü doğru muydu?