• DOLAR 34.251
  • EURO 37.244
  • ALTIN 2985.751
  • ...

Üniversite talebesi akşam ne yapar? Gezer, arkadaşlarıyla takılır, bazen okur, az da olsa çalışır vs. O ise, diğer arkadaşları gibi her akşam namazından önce soluğu evinden çok uzaktaki camide alırdı. Camide her akşam ile yatsı arasında elifba ve Kur’an okumayı öğrenmek için onu bekleyen onlarca öğrencisi vardı. Sonra halka halka gençler ve orta yaşlılar. Kur’an dersinden sonra yatsı namazı, ardından siyer ve diğer sohbetler.

Sadece sohbet mi? Hayır. Tek tek herkesin sorunlarıyla ilgilenmeler, pratik çözümler veya vesile olmalar. Kimi zaman bir kavgayı veya küsülüyü barıştırma, kimi zaman bir aile meselesini çözme, bazen bir işsize iş bulma, bir muhtacın gıda ve barınma ihtiyacına koşma.

Ve haliyle akşam namazından önce gittiği camiden her gece son otobüsle eve gelirdi.

Sıradan üniversite talebeleri gibi yalnızca okul dersleri yahut basit meseleleri değil, caminin etrafındaki bir mahalleyi sırtlamıştı aslında.

Camideki filan çocuk, sürekli dalgın, sessiz ve dikkatini toplayamıyor. Acaba arka planda ne sıkıntılar var? Bunlar nasıl çözülürdü?

Dün cami gençlerinden birini, babası; “bir daha camideki o gençlerin yanına gitmeyeceksin” diye tehdit etmiş. Onu, o olumsuz önyargılardan uzaklaştırmak için nasıl bir yol izlenmeli idi?

Diğer genç, nişanlanmıştı fakat düğün yapmak için ne kendisinin ne ailesinin hiçbir imkanı yoktu. Ne yapılabilirdi, kime gidilebilirdi?

Öte yanda şu gencin babası, kaç aydır işsizdi, ailede kavga gürültü bitmiyordu. Ona uygun bir iş için ne yapılabilirdi? Ve daha nice bilmece gibi, zorluklar, sıkıntılar ve çözüm bekleyen sorunlar.

Bir üniversite talebesine bunlar ağır değil mi? Üstad Bediüzzaman da bu yük için “İhsanı ilahi tarafından omuzumuza konulmuş” demişti ya Merhum Necip Fazıl da uyardı: “Sen bir devsin, yükü ağırdır devin.”

Bugünün ağrısı da bu “aldırmamak” dolayısıyla “bir yük kaldırmamak” herhalde. Nasıl öğretiyordu Merhum Mehmet Akif: “Adam aldırma da geç git, diyemem aldırırım. Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!”

Belki de hallolan, yoluna giren, çözülen her meselede,  sadece kendisini dert edinen başkalarının asla tadamayacağı manevi lezzetin, peşin bir mükafat olduğunu görmek onu motive ediyordu.

Hem elifbadan Kur’an’a geçen, tecvidli güzel okuyan her çocuğun sevinciyle bir sonraki akşama yürümek, ona yokluğu, yoksulluğu da unutturuyordu..

Gittiği camide ilginç bir şahısla karşılaşmıştı. O dönem imam kadrosu az olduğu için camide fahri bir imam var, kendisini şeyh (.. baba)  diye ahaliye kabul ettirmiş, itibar görüyor ve bu yolla hatırı sayılır maddi destek de sağlıyordu. İmamlığa yetecek kadar bir Kur’an okuyuşu vardı. İlahi söyleyip zikir de yaptırıyordu.

Vaziyet böyle iken bir gün bir üniversite talebesi geliyor, çocuklar, gençler ve büyükler bu yeni gencin ilmine, anlatımına, Kur’an öğretişine çok ilgi gösterince bu çakma şeyh, işi bozuntuya vermiyor. Ve bu zat, bir akşam kendisine şunu söylüyor: “Bu mahallede bütün nikahları ben kıyarım, cenaze dualarını, mevlütleri filan da ben okurum. Ben para almıyorum ama zorla cebime birkaç kuruş bırakıyorlar. Bundan sonra bazılarına seni göndereyim.” Yani bildiğiniz pazardan pay verme gibi bir şey. Tabi şeyh, bu talebenin öyle basit biri olmadığını anladıktan sonra ilerleyen süreçte oradan ayrılıyor.  

Her akşam camide çocuklara sadece Kur’an’ı yüzüne okuma dersi vermiyor elbette. Onlara adabı, güzel ahlakı, şahsiyetli olmayı, sorumluluk almayı, çevresiyle güzel alaka kurmayı, okulunu aksatmamayı ve anne babasına itaati, etrafına fayda sağlamayı da öğretiyordu.

Çocuklar, mesela ondan; Resulullah(sav) akrabalarını yemeğe çağırıp davasını anlattıktan sonra “bu yolda kim yardımcım olur?” diye sorduğunda on yaşındaki Hz. Ali’nin defalarca “ben ya Resulallah” deyişini bir hikaye gibi dinlemiyorlardı.

Peki gözlerden uzak bir camide, hiçbir maaş ya da maddi karşılık almadan, adeta komple bir mahallenin rehabilitesi için gençliğini feda eden mütevazi bir gönüllü hocalığın sonu ne oldu? Bu işe kim ne dedi?

Buna iki güç karar verdi. Birisi, camideki fedakarlık için “bu suçtur” dedi. İşkence etti, yargıladı, meslekten attı ve hapis cezası verdi.

Diğeri çok yücelerden, “bu izzettir” dedi. Amel defteri için güzel kalemler verdi, mürekkebini, sayfasını verdi. İsmini parlattı, sevdirdi, sonra ağırlıklarını indirdi sırtından ve bir cami esintisi hafifliğinde 9 Ağustos 2019 günü katına aldı.

Mehmet Yavuz’a rahmetle..