• DOLAR 34.251
  • EURO 37.202
  • ALTIN 2989.415
  • ...

Enflasyonun sebebi için küresel kriz, artan döviz ve akaryakıt gibi çok şey söyleniyor ki hepsine eyvallah. Yalnız enflasyonun şimdilerde en büyük sebeplerinden biri de İstanbul.

Sadece finans gibi temel piyasaların merkezi olmasından veya üretim ve dağıtım ağındaki konumundan filan değil. Konut ve kiradan dolayı. İstanbul’da artan kiralar tüm memleketi etkiliyor.

‘Ev sahibi yüzde 25’ten fazla zam yapamaz’ diye bir limit de işe yaramadı. Kiracısını evden çıkarma numaraları tam gaz devam ediyor. Emlakçılarda kiralık ev fiyatları her ay ortalama yüzde 10 civarında artırılıyor. Geçen ay sekiz bin lira olan kira bu ay dokuz bin lira. Peki ortalama sekiz-dokuz bin lira seviyesine çıkan bu sabit ödeme karşısında asgari ücretin bir hükmü kalıyor mu? Hayır.

Peki, çözüm makamı ne yapıyor? Serbest piyasaya doğrudan dokunmanın yol açacağı sıkıntıları daha büyük bir risk olarak görüyor veya meseleyi erteliyor ya da umursamıyor.

Konut Fiyat Endeksi (KFE) de, Mayıs’ta bir önceki aya göre yüzde 12,4 artmış. Milyon milyon ilerleyen bir fiyatlama konforu ile gayrimenkulünden para kazanmak isteyenler için 10 bin liralık kira tutarı az bile. Her kiraladıkları daireden bir kira bedeli komisyon alan emlakçı da fiyatların bu hızda yükselmesinden memnun.

Geçen ki yerel seçimde büyük şehirleri, artan soğan patates fiyatlarının yanında promosyon olarak veren metal yorgunluk, şimdi de fiyatları korkunç derecede artan apartman kutularının yanında çok daha büyük şeyler vermek üzere..

Zamlı akaryakıt için, enerjide dışa bağımlılık, fırlayan döviz için dış güçler, uçan hammadde fiyatları için küresel istikrarsızlık mazeretleri, konutta “hepsi birbiriyle bağlantılı” denilerek formüle ediliyor.

Türkiye’de nüfusun üçte birinin kirada oturduğu belli. Bu da ciddi bir oy oranına tekabül ediyor. Şayet bu konu da böyle sürüncemede bırakılırsa gelecek iktidarın bir emlak darbesinin ürünü olacağını tahmin etmek işten bile değil.

İkinci sorun ise ten teşhirciliği başta olmak üzere ahlaki lakaytsızlık.

Şeytanın, Müslümana önce günah işlettirdiğini ardından tevbe istiğfar edilmeyen günah ile onu ibadetten soğuttuğunu sonra da onu dine ve dindara mesafeli kıldığını bilmeyen yoktur. İnsan kılığındaki şeytanların da işi gücü budur.

Peki, sağlı sollu TV’lerde, sosyal medyada dizi film, magazin, paylaşım vs. böyle bir şeytanlıkla çalışırken karşılaştığı bir engel var mı? Hayır. Bir yaptırım filan var mı? Hayır. Peki, vaziyet böyle iken; etkili ve yetkililerin tarih, medeniyet, kültür, dindarlık, vatan, millet, Sakarya diye devam eden nakaratları, mide bulandıran bir çarpıklığın kurbanı olmuyor mu?

Ar, namus, iffet, hayâ, tesettür ve mahremiyetin aksine gitgide edepsizliğin normalleşmesine yol açan bir pespayeliğin sapıklardan başka, din, millet ve memleket düşmanlarından başka kimsenin işine yaradığını bilememekten daha büyük bir gaflet olabilir mi?

Festivallerdeki, medyadaki rezaletlerle belki birilerinin eğlence şehvetine yatırım yapılıyor olabilir. Ancak bu Müslüman toplumu çok hızlı biçimde aidiyetlerinden koparmak değil midir; aileyi de nesli de toplumun dinamiklerini de geleceğini de düpedüz ateşe atmak değil midir?

Yarın başörtüsü tekrar yasaklandığında artık bu durumu hiç önemsemeyen bir duyarsızlık büyürken bundaki vebali görmemek acınası bir hal değil midir?

Üzerinde kafa yorulmayan bir ahlaki dejenerasyonun İslamsızlık imajını normalleştirdiğini bunun da İmam Hatip Okulları, Kur’an Kursları, Medreseler gibi din eğitimine ilgiyi azalttığını fark etmemek de zeminin kayması değil midir?

Elbette ki güzel gören güzel düşünür. Güzel şeyleri gündem etmek gerekiyor. Yalnız altınızı oyan düşman karşısında da Polyannacı bir tutum da herhalde akıl kârı değildir.

            Velhasıl. Göz göre göre, yavaş yavaş iki darbe yapılıyor. Biri emlak darbesi diğeri hayâ darbesi…

Hafife alanlara da izleyenlere de geçmiş olsun.