• DOLAR 34.547
  • EURO 36.015
  • ALTIN 3005.461
  • ...

“Onlar, yalnızca kendi nefislerinden başkasını yıkıma uğratmazlar ama şuurunda değildirler.” (Enam 26)

Şuurla ilgili çok tarif yapılmış ki hepsi de kıymetli yalnız burada gayemiz “şuur”dan “his”e varıp şu zamanın ahvaline dair bir iki kelam etmek.

Elmalılı Merhum, şuuru; “his”, “zihin” ve “idrak”in toplamı olarak izah edenleri destekler ve biraz daha netleştirir: “İçe ait olsun dışa ait olsun, her duygunun bir duyum yönü, bir de özel duygu yönü vardır. İkisine de his denilir. Fakat ilmîlik ve idrak, asıl duyum değeri olandadır. Ve şuur daha çok bunun adıdır.” (Hak Dini Kuran Dili 3/205)

Demek ki şuuru, “duyum yönü” anlamındaki hisle açıklamak da mümkündür.

Kur’an-ı Kerim’de yirmi bir yerde okuduğumuz “şuurunda olmama” ifadesi, genellikle kalplerinde nifak hastalığı bulunanlar veya inkarcılar için kullanılmış ve hepsi çoğul gelmiş.

Haliyle ister bilinçsizlik manasında akıl ve idrak kusurunu anlatsın isterse farkında olmama manasında his ve duyu zaafına işaret etsin “şuursuzluk” derecesine göre imanın yanında değil karşısında duruyor.

            İman, ibadet meyvesini verdikçe “şuur” açılır ve sahibinde şiirin uyumu gibi bir ahenk meydana gelir. Bunun aksine insanın fıtratına uymayan her söz, davranış ve hal şuursuzluktur.

Mide bulantısı, ağrı ve acı gibi hastalık belirtileri, bireyin yaşamı için ne kadar önemliyse, sosyal toplum hayatının sağlığı için de tiksinti, öfke ve vicdan azabı gibi semptomların düzgün işlemesi gerekir. Yıkıcı olaylar karşısında beklenen tepkiyi vermeyen bir beşer topluluğu, yarınlarını mahvettiğinin de şuurunda değildir.

Toplumun nihai tepkileri ise yönetim aygıtıyla uygulanır. Peki devlet yönetimi de hastalandığında acı hissetmezse ne olur?

O zaman işte ortaya bugünkü vaziyet çıkar. Bir taraftan aşırı sigara tüketimi, madde bağımlılığı ve korkunç hızda eriyen aile değerlerinden şikayet edilirken öte yandan itaati, saygıyı, temizliği, sınırları korumayı, örfü, medeniyet birikimini, edep ve hayayı hedef alan şuursuz faaliyetler yayılır, özendirilir.

Günahlar hafife alınıp umursanmadığında mesele orada kalmaz. Bediüzzaman Hazretleri mesela bakın ne diyor; “Hem helâl-haram demeyip rast gelen şeye saldırmak, adeta mânevî hayatını da zehirler. Daha kalbe ve ruha itaat etmek, o nefse güç gelir, serkeşâne dizginini eline alır. Daha insan ona binemez; o insana biner.” (Mektubat)

Ve maalesef bu aşamada emperyalistlerin toplum mühendisliği devreye giriyor ve kitlelerin neyi ne kadar hissedeceğini ayarlamaya başlıyorlar. İblisin ırkçı formasyonu burada yoğun biçimde kullanılıyor, yine şeytanın ‘Ademoğlunun cennetlik haline düşmanlığı’ profesyonelce pazarlanıyor.

Ondan sonra kimi Müslümanlar(!) namazı terk etmenin hiçbir acısını hissetmiyor, izlediği rezil yayınlar midesini bulandırmıyor ve kimi müslimeler, örtüyü bırakmanın ağrısını duymuyor,

Ve bu şuursuzluk aparatıyla kıyamete hazır yeni bir dünya inşa ediliyor.

Terörist işgal rejiminin istediği gibi yayılıp bölgesinde yerleştiği, Mescid-i Aksa üzerinde artık dilediği gibi rahatça tasarrufta bulunduğu bir dünya..

Yalnızca hayır kurumlarının sınırlı yardımlarıyla hatırlanan mazlum Müslümanların iyiden iyiye kaderine terk edildiği bir dünya..

Batı ülkelerinin bilgiye hükmetmelerinin diledikleri her bölgeye hükmetmelerine gerekçe sayıldığı bir dünya..

Dinin moderniteye uyarlanmayan kısımlarının tarihselleştirildiği bir dünya..

Aile, akrabalık, komşuluk, kardeşlik ve ibadet gibi fedakarlık gerektiren tüm insan işlevlerinin maddeye ve konfora göre yontulduğu yapay bir dünya..

Narsizmin misyon, hedonizmin vizyon olarak tasdik edildiği yalnızların dünyası.

Maksimum hissizlikle ve taşlara taş çıkartan bir şuursuzlukla, kulakları olup da işitmeyenlerin, gözleri olup da görmeyenlerin, kalpleri olup da kavramayanların yani kütükten beter duyarsızların dünyası..

Öyle elleriyle gözünü kulağını kapatan üç maymunların değil, o maymunların ucuz sirk şovlarında oynatıldığı bir dünya..

“Sen, "Allah de." Ve sonra bırak onları, daldıkları bataklıkta oynaya dursunlar!” (Enam 91)