• DOLAR 34.547
  • EURO 36.015
  • ALTIN 3005.461
  • ...

İşimiz gücümüz batılıların yalancılığını, güvenilmezliğini ve ırkçılığını keşfedip ifşa etmekmiş gibi habire tespitler yapıyoruz.

Adeta bilinçlendiğimizi, uyandığımızı ve artık kül yutmayacağımızı ispatlamaya çalışarak durmadan küresel güçlerin ikiyüzlülüğüne örnekler bulup paylaşıyoruz.

Galiba böylece emperyalistleri sobelediğimizi düşünüp puan kazandığımızı ya da düşmanın bir açığını bulup onu zayıflattığımızı filan sanıyoruz.

Yazılı, sözlü, görsel, sosyal her ne varsa bütün imkanlarımızı kullanıp her yerde ve tüm zamanlarda Amerika’nın, İngilizlerin, Avrupa’nın, Rusya’nın, Çin’in ve diğer hegemonik güçlerin ne kadar ayarsız, tutarsız, vicdansız ve ahlaksız olduğunu bağırıp durmanın ne faydası oldu diye bir kritik de yapmıyoruz.

Tüm enerjimizi Amerikan kıtasını bozuk tarafından yeniden keşfetmeye ayırırken bunun, onların hiç umurunda olmadığını hatta bu işi biraz daha keyifle sürdürmemiz için bol bol malzeme verdiklerini de unutuyoruz.

Evet biz de yazılarımızda paylaşımlarımızda böyle bir yola bolca başvuruyoruz.

Belki de bunu İslam alemi olarak içimizdeki yenilmişliğimizin acısını bastırmak için yapıyoruz.

Zayıflığımızı ve dağınıklığımızı ısrarla hatırlamamak için yapıyoruz.

Yakınımızdaki haksızlıklara çıkmayan sesimizi uzaklara doğru avazı çıktığı kadar salarken bunu yapıyoruz.

Asıl mesuliyetlerimizi hakkıyla yerine getirmemenin verdiği suçluluğumuz ifşa olmasın diye, uzaktan gelen davulun sesine tempo tutuyoruz.

“Kahrolsun” yerine, toplu haykırış ritmine uymadığından değil, bize yükleyeceği zahmetinden kaçtığımız için “kahredelim” demiyoruz.

Maskeler çağı diye bir şey yoktu aslında. Sadece alış satışla ilgili gözden kaçırılan bir iki basit numara vardı.

Freedom, equality ve fraternity (özgürlük, eşitlik, kardeşlik dememek için) illüzyonlarına sonradan eklenen demokrasi, etik, sanat, insan hakları, kadına pozitif ayrım, hayvan hakları, çevrenin korunması gibi ne kadar okus pokusları varsa bunların, kendileri dışındakiler için hiçbir anlam ifade etmediğini adamlar asırlardır gözümüzün içine sokarak göstermişlerdi.

Çıkarlarından başka hiçbir kıymetleri, vasıfları, hedefleri, kutsalları ve hesapları olmayanlardan göçmenler konusunda özgürlükçü, demokratik, etik ve kardeşçe davranmalarını beklemek ne kadar da zavallıca bir kuruntuydu oysa..

Para, güç ve menfaatten başka hiçbir ahitleri, sınırları ve ölçüleri olmayanlardan savaşların mağdurları ve mazlumları konusunda eşitlikçi, insan haklarına uygun ve empati ile yaklaşmalarını gözlemek ne kadar da beyhude bir çırpınıştı.

Kur’an-ı Kerim ve Sünneti Seniyye, onları zaten 15 asır öncesinden detaylı bir şekilde bize haber vermiş, etiketlemiş, isimlendirmiş, vasıflandırmış ve sakındırmışken “bak adamlar kendilerine göre ayrı Müslümana göre ayrı bir hukuk uyguluyorlar” demek de herhalde saflıkla değil yakin zaafıyla açıklanmalıydı.

“Nasıl olabilir ki!.. Eğer size karşı galip gelirlerse size karşı ne 'akrabalık bağlarını', ne de 'sözleşme hükümlerini' gözetip-tanırlar. Sizi ağızlarıyla hoşnut kılarlar, kalbleri ise karşı koyar. Onların çoğu fasık kimselerdir.” (Tevbe 8)

“İnkâr edenler birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmazsanız (birbirinize yardım etmez ve dost olmazsanız) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk (fesat) olur.” (Enfal 73)

“Ey iman edenler, Yahudi ve Hristiyanları dostlar (veliler) edinmeyin; onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden onları kim dost edinirse, kuşkusuz onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna hidayet vermez.” (Maide 51)

"Kafirler, size apaçık düşmandırlar." (Nisa 101)

“Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve besili atlar hazırlayın. Bununla, Allah'ın düşmanı ve sizin düşmanınızı ve bunların dışında sizin bilmeyip Allah'ın bildiği diğer (düşmanları) korkutup-caydırasınız.” (Enfal 60)

Ve daha nice ayetler ki bunlarda -haşa- dezenformasyon yok.

Algı ve manipülasyon yok.

Bu haberleri -haşa- fasıklar da getirmedi.

Bu kesin bilgilerden daha doğrusu söylenmedi, keşfedilmedi, bunlar asla şaibeli veya şüpheli denilemedi, karşısına çürütecek bir iddia ile çıkılamadı.

Dedik ya şaşırmışlığımız, imanımızın tahkiki değil de taklidi oluşundan.

Rabbimizin bilim ve teknolojiye dair nimetlerine iktiranla bakıp hata ederken yani batılılar olmazsa o nimetler gelmez zannedişimizden.

Kaldı ki o nimetlerin onların eliyle gönderilmesi de yine bizim ihmalimiz ve tembelliğimizden, birbirimizi itelediğimizden.

Bediüzzaman ''İslâmiyet, insaniyet-i kübradır'' der.

Gayri müslimden ders, ibret/hikmet alınmaz mı, alınır.

Bilgi, fikir, malzeme alınmaz mı, alınır.

Fakat insanlık başka bir şeydir.

O insaniyet-i kübra içinde doğruluk, vefa, emanet, adalet, hakkaniyet, aile, komşu, akraba, dost, fedakarlık, cömertlik gibi ne kadar değer varsa onların hakikisi, aslı vardır. Çünkü onda imani sabiteler vardır.

O yüzden ikide bir “bakın gördünüz mü, asıl yüzlerini!” filan deyişlerimiz devam edecektir etmesine de dünya sadece ve sadece biz kendimizi tekrar fark ettiğimizde değişecektir..