Kabil ve Tanıdık Bir Fetih
İmam Şafii Hazretleri’nin muazzam fıkhı, yani birilerinin puslamaya çalıştığı havalarda, bilumum zındıkların tavrına bakma yöntemi, çok pratik bir çözümdür. Hele de kim ne demişse, anında cebinize düştüğü bir zamanda..
Gavur diyarındakileri anlarsınız da, Müslüman memlekette her şeye burnunu sokan imansız, edepsiz güruhun şu Afganistan meselesinde de sesinin gür çıktığını görünce, yine ne yumurtlamışlar ki diye şöyle bir bakınca, yalınayaklı, gösterişsiz sarıklı Müslümanların çok ağırbaşlı, sükunet içinde, şımarmadan ve kibirlenmeden okudukları “iza cae nasrullahi vel fethu”ya taktıklarını görüyorsunuz.
Bakın normalde zafer vakti, hamd makamı gibi gözüküyor lakin Allah Subhanehu ve Teala, o anda tesbih ve istiğfarı emrediyor. O Müslümanlar da öyle yapıyorlar. Malum, tesbih, kusurumuzu itiraf ile Rabbimizin kusursuzluğunu ilan etmektir. İstiğfar ise, kusurlarımız için bağışlanma dilemektir.
Bunlar, bu tesbih ve istiğfarın hakkını veriyorlar. Nasıl mı? Bakın şöyle:
Hasımları kendilerine zerre kadar acımadan üzerlerine türlü türlü ölüm kustukları halde, intikam hırsıyla hareket etmiyorlar.
Kendilerini adeta doğramış olan firari zalim komutanın sarayına giriyorlar ama yağmalamadan, içerde kin nefret arz etmeden, havalara girmeden.
Herkesin şerrinden çekindiği dünyanın süper gücünü dize getiriyorlar ama bunun hamasetini yapmıyorlar, edebiyatını köpürtmüyorlar.
Mikrofonların karşısına geçip de başlarını ve parmaklarını sallamıyorlar. Kendilerine karşı on binlerce asker, memur, sivil, ABD ile işbirliği yaptığı halde onları korkutacak, tek kelime söylemedikleri gibi bir de genel af ilan ediyorlar, kan dökülmemesi için çok dikkatle ve ağırbaşlı hareket ediyorlar.
Daha üç yıl önce Kunduz’da tam da hafızlık tacı giydikleri sırada bombalarla paramparça edilen çocukların acısı gibi nice acıları sinelerine bastırıp geçmişin küllenmiş sızılarından da tek kelime söz etmiyorlar.
Öyle şatafatlı, gürültülü nümayişlerle zafer pozları vermiyorlar. Ne Kabil’de ne de diğer şehirlerin hiçbirinde caddelerden; “bakın nasıl kazandık” anlamında bir fotoğraf karesi geçmiyorlar.
Ne sırtlarında fiyakalı asker kostümleri, ne ayaklarında ürküten postallar ne de omuzlarında yıldızlı apoletler var.
Pakistan’lı ünlü İslam alimi Taki Osmani’nin dediği gibi bu yaptıklarıyla Mekke’nin Fethi’ni hatırlatıyorlar.
Birilerinin şeytanca, kahpece ve ısrarla, “ama kadınlar, ama kadınlar” diye yırtındıklarını da görüyorlar ve yine “endişeye gerek yok, kadınlar rahat olsun” mesajı veriyorlar.
Birilerini öne çıkarıp da, “işte lider işte efsane, işte komutan” diye bayraklaştırmıyorlar. Herkes merakla, “ey dünya medyası gelin size bir şeyler açıklayacağız” demelerini beklerken bazı kanallarda pek tanınmayan konuşanları dışında pek ortalıkta da gözükmüyorlar.
Faize derhal son veriyorlar. Eğitim öğretime hiç ara vermeden devam diyorlar.
Ama gelin görün ki, daha birçok ayrıntıya rağmen bu alışılmamış seviyedeki insani erdemlerden, bırakın kefereyi, kimi “İslamcı”lar bile etkilenmiyor.
Hatta daha da ötesi, şu acayip ferasetli, müthiş basiretli, devasa marifetli, kelli felli yazar beyler, aklımızı peynir ekmekle yememiz için deliller bulmaya çalışırken hayli komik oluyorlar: “Ya bunların bir lideri vardı, he ya o o, onu işte Trump hapisten çıkardı, önceki ile zaten görüşüyorlardı..”
Allah aşkına bu kadar zırvalamak yerine, tesbih ve istiğfar edemiyorsanız bari zalimin kuyruğunu kıstırıp gittiğine şükredin diyecek oluyorsunuz ancak bizim bilmediğimiz yalnız kendilerinin bildikleri hünerleri(!) buna da mani oluyor.
Elhasıl şimdi o Müslümanların hatalarını dırdır etme vakti değil. Sensei Splinter edasıyla, kimsenin masum olmadığına dair vaazlar verme vakti değil.
Ortada sadece tüm İslam alemine armağan edilen bir izzet değil, hakikaten kazanılmış bir Nebevi Ahlak da var. Yeryüzünü terk ettiği sanılan Müslüman Edebi var.
Asıl zafer de bu değil mi?