• DOLAR 32.594
  • EURO 34.791
  • ALTIN 2509.775
  • ...

Son zamanlarda Türkiye limanlarında çok ciddi miktarlarda uyuşturucu yakalanıyor. İçerde doğrudan ne kadarının dolaştığını da tam olarak bilmek belki kolay değil. Çünkü sentetik (kimyasal olarak üretilen) çeşitlerine her gün yenileri ekleniyor ve maalesef bunlar hem elde edilmesinin kolaylığı hem de zararının çok daha fazla olması nedeniyle tehdidin boyutları giderek artıyor.

Bağımlılıkla mücadelede devletin halihazırda almış olduğu tedbirler ve resmi kurumların koordinasyonu önemli. Yalnız meselenin bütüncül değil de sadece kendisiyle sınırlı olarak ele alındığı da acı bir gerçek.

Devlete bir gelir kapısı olarak görülüp adına bir de “şans oyunları” deyip iyice süslenerek adeta teşvik edilen kumarın, madde bağımlılığıyla alakası çok net ortada iken, bu mücadele nasıl başarılacak?

Uyuşturucuya bulaşanların büyük bir kısmının arka planında, sorunlu aile fotoğrafları durduğu halde, aileyle ilgili toplumun inancına uygun politikalara ağırlık verilmedikçe, bu illetin önüne nasıl geçilecek?

TV’lerdeki rezil dizi ve magazinlerin yol açtığı tahribat, herkesin malumu iken, bunları ele almadan, sürekli normalleştirilen kötülüklerin yaygınlık algısı nasıl değiştirilecek? 

Bu zehirlere müptela olanların çoğunun, yanlış arkadaş kurbanı olduğu belli iken, aranan dindar gençlik için, imam hatip okullarının revizyonuyla birlikte, şunu bunu akredite etmeden, İslami sivil yapılar ne zaman değerli görülecek?

Devletlerin sadece resmi ve doğrudan kendine ait kurum ve kuruluşlarının potansiyelleriyle değil halklarının maneviyatıyla, faydalı aidiyetleriyle, çelişkisi az müspet tutum ve dengeli davranışlarıyla güçlü olduğu malum iken, ne zamana kadar yaralarına sürekli para basan Amerika ve diğer kendini bitirmiş batı ülkelerinin değil de kendi sabitelerimizin izi sürülecek?

Sorunun tabi ki işsizlikle/gelir düşüklüğüyle veya tam tersi aşırı tüketim ve sınırlanmayan zevk düşkünlüğüyle, ilgisizlikle/sahipsizlikle, bilinçsizlikle, ebeveynlerin yanlış tutumlarıyla da alakası var.

Olumlu değerlendirme ve kontrol etmede son derece yetersiz kalınan sosyal medyanın kendisi, zaten bağımlılığın bir türü olmakla beraber, zehir kullanımıyla da çok fazla alakası var.

Çok küçük yaşlarda nitelikli öğretmenlerin birebir ve çok titiz ilgisiyle işlenip yine erken dönemde keşfedilen yeteneğine göre yönlendirmesi gerekirken buna sahici bir çözüm geliştirmeyen eğitim sistemiyle çok açık alakası var.

Ve madalyonun diğer yüzü:

 Sürekli, “aileler çocuğuna şöyle davranmalı, bunu vermeli, şundan korumalı, şöyle takip etmeli böyle sahip çıkmalı” demenin de bir noktadan sonra, herkesin kendi sorumluluğunu örtbas etmeye çalıştığı klişe kalıplar olduğunu da bilmek gerek.

Eyvallah, anne baba, “saldım çayıra Mevlâm kayıra” deyip de, çocuğunu hayatın rasgele akışına bırakmamalı.

Ancak camiye gelen cemaatinin hepsine güler yüzle yaklaşmayıp, hal hatırını sormayan ve onlarla çok yakın samimiyet kurmayan imam! Sen de bir muhasebe yapmalı değil misin?

Müşterilerinin sadece parasının değil duygularının da olduğunu hatırlamayan, yerine göre tanıdık tanımadık herkesle güven ve sadakat temelinde bağ kuramayan bakkal, berber, kasap, usta, küçük büyük esnaf! Sen de birbirine yabancılaşma yarışındaki toplumun ellerinden kayıp giden evlatlarının vebalinden mesul değil misin?

Sen eğitimde, sağlıkta, tarımda, siyasette, medyada -hasılı- şurada burada, kamuda veya özelde bir vasfı, bir temsiliyeti, bir statüsü, bir vazifesi, bir çevresi, bir etkisi, bir rolü olan kimse! Sağında solunda neler oluyor, ne kadar farkındasın, mesela gençlerin durumu ne kadar umurunda, arkadaşının kendisi hakkında, oğlu, kızı, yakını hakkında ne kadar endişelisin? ne kadar soruyorsun? gerçekten içten ne kadar dertleşiyorsun? Yoksa senin mezhebinde de her koyun kendi bacağından mı asılıyor? Yoksa sen de “bana ne” diyenlerin girebildiği bir cennetin olduğunu mu sanıyorsun?

Ve bir defa olsun, kapılarını çalıp da; “nasılsınız komşu, bir hal hatır sorayım dedim, bir ihtiyacınız var mı? yapabileceğim bir şey var mı? şuraya gidiyorum, şunu yapıyorum, bir talebiniz var mı?” diye sorma zahmetinde bulunmayan komşu! senin hiç mi suçun yok?

Sen çok okumuş abi!, çok öğrenmiş abla!, seni başkasından izole eden ve diğer insanlardan uzaklaştıran sebep, sırf metropol gerçekliğine karşı kazandığın büyük günahlardan sıyrılma başarın mı?

Sen fert olarak şerden uzaklaşınca, ebedi olarak kurtulduğuna dair garanti belgeni, hangi vicdan bürosundan aldın?

Sağa sola selam verdikten sonra biraz daha oturup dua niyetine kendimize soralım: “Her gün omuzumuzun üstünden atarken kırdığımız canların üzerinde yürürken bir anda karşımıza çıkan ölüm meleğine ne diyeceğiz? Mesela şunu mu:

“Emanet demiştin değil mi şu vakitli/sayılı olan mesuliyet, onun için mi geldin?”