• DOLAR 34.547
  • EURO 36.015
  • ALTIN 3005.461
  • ...

Dün vefat yıldönümünde rahmetle andığımız Necip Fazıl, “Reis Bey”’de “ağlayabilseydiniz anlayabilirdiniz” demişti. Şair bu cümlede muhatabına kalbini işaret ediyordu. “Kalbiniz taştan daha katı olmasaydı, kapkara ve paslı olmasaydı hissederdiniz.”

Hadis-i şerif de -Allahu alem- kalbin dışarı bir iki damla dahi olsa yaş sızdırmasıyla, “anlayabilme” yetisi arasındaki bağa işaret ediyor:

“Sinek başı kadar bile olsa gözünden Allah korkusuyla yaş çıkan ve bu yaşı yanaklarına değecek kadar akan hiçbir mü’min yoktur ki, Allah onu ateşe haram etmesin!” (İbn-i Mâce Zühd 19)

Tabi mefhum-u muhalifi ile, “ancak anlayabilenin ağlayabileceğini” de herhalde söylemeye gerek yok.

Rabbimizden günde en az kırk defa istediğimiz hidayetin mertebeleri, herhalde “velakin la tefkahun, velakin la teşurun”  sırrının, murad-ı ilahi’ye göre anlamlandırılıp çözülmesini de anlatır.

İbadetin özünün dua olduğunu belirten ferman-ı Nebevî de, bizi, ibadetin şeklinin üst basamağındaki huşu, huzur, ihlas gibi niteliklerin daha üstüne çekiyor.

Başkasının duygularını hissetmeyi sadece empati, diğergamlık veya fedakarlık kavramlarıyla sınırlayamıyoruz zira imanımızın kalitesi, varlıkların hepsine karşı tutum ve davranışlarımızda ortaya çıkıyor.

Ne diyor Niyazi Mısri(rh):

“Bu fenâ gülzârına bülbül olanlar anlamaz

Vech-i Bâkî hüsnüne hayrân olan anlar bizi”

Yani, “dünyaya muhabbet ve rağbet edenler bizi anlayamaz. Bizi ancak Allah'a âşık olanlar anlayabilir.”

Damdan düştüğünde halini soranlara, “bana damdan düşen birini getirin” diyen Nasreddin Hoca’nın anlamak için aynı hali yaşayarak tecrübe etme şartı da, Üstad Bediüzzaman’ın İhlas risalesinde ele aldığı “fena fi’l ihvan” yani aynı davadaki kardeşlerin hissiyatında kendi hislerini eritme prensibi ile aşılabilir.    

“Geçmişte Kudüs’ü kim/kimler en iyi anladı?” sorusunun cevabını nasıl ki mesela, “Kudüs işgal altındayken ben nasıl gülebilirim ki” sözünün altında arıyorsak bugün de “Mescid-i Aksa’yı en iyi kim anlamış?” sorusunun cevabını artık biliyoruz.

“Yalnızca empati kurduğumuzda bir konuyla ilgili olarak konuşabilme onuruna sahibiz.” demişti Von Goethe. Yani bir konuda söz hakkı, o mevzuyu anlama/idrak etme iddialarını sözde bırakmayanlara aittir. Gazze’deki/Filistin’deki direniş, ilk günlerde, ‘çok konuşmayacaklarını el Aksa için gerekeni yapacaklarını’ belirtirken aslında söz makamını da geçtiklerinin işaretini vermişlerdi.

Matematikte misalen integral gibi en son işlenen konulardan önce birçok konuyu anlamanın zorunlu oluşu gibi Mescid-i Aksa’yı anlamak için önce Kıble anlaşılmalı, İsra ve Miraç anlaşılmalı. Ve mukaddesat/kutsal denildiğinde kastedilen tüm mefhumlar ve özellikle cihad, fetih, şehadet, ahiret, akıbet, izzet, ümmet anlaşılmalı. Ve tabi ki canlı olan tarih anlaşılmalı. Söyleyen güzel söylemiş: "Nereden geldiğinizi bilmeden, nereye gideceğinizi de bilemezsiniz. Bunu hatırlamaya çalışın” (Dr. Glass)

“Onlar, dünya hayatının görünen yüzünü bilirler. Ahiretten ise, onlar tamamen gafildirler.” (Rum 7) Tüm dertleri dünyanın maddesi olanlardan mânâ ummak da eğriliktir.

Bencilliğin/narsizmin dibini inşa edenlerden, işgalci siyonist çetenin Filistin’deki gaspını, yağmasını anlamalarını beklemek de Mescid-i Aksa’yı anlamamaktır.

Kuruldukları konforlarından zevkperestliğin/hedonizmin örümcek ağını örenlerden, lanetli zalimlerin Gazze’deki ablukasına, katliamına, yıkım ve terörüne dair empati yapmalarını beklemek de Kudüs’ü anlamamaktır.

Bugün elhamdülillah, en iyi anlayanların canlı yayında anlattığı bir Kudüs ve Filistin var. Onların işlediği yeni ve müthiş bir tefsir var. Ve bu vesileyle halklar bazında el Aksa’yı, canı, değeri, aidiyeti, insanı daha iyi anlayan bir dünya vicdanı var.

Bir avuç insanın anladığını dünyanın vicdan sahibi insanları da anladığı zaman ağlamanın biçimi farklı olacaktır.