• DOLAR 34.547
  • EURO 36.015
  • ALTIN 3005.461
  • ...

Sanırım 1989 senesiydi. TRT’de “Kanun Kanundur” (orijinal adı L.A. Law) diye ABD yapımı bir avukatlar dizisi seyrettirilirdi. Her bölümünde mahkemedeki duruşmalar gösterilirdi. Tabi orada bizde olmayan bir ayrıntı vardı: Mahkeme Jürisi.

Detayını biliyorsunuz; onlarda biri büyük biri küçük iki tane jüri heyeti bulunuyor, 12 kişilik büyük jüri, kişiye dava açılması ve iddianame hazırlama aşamasında karar veren organ oluyor, 6 aydan fazla cezası olan bir suçla yargılanan herkesin isteyebileceği 6 kişilik küçük jürinin ise duruşmalarda görüşleri alınıyor.

Bir gün tecrübeli bir avukata bizde neden böyle bir sistemin olmadığını sordum. Cevabı kısa ve espriliydi: “Bizde bu kadarı da fazla.”

Sanığın lehine bu kadar hassas olmaları çok adilane hükümler verdikleri anlamına gelmiyor ancak sayısız farklılıklarına rağmen adeta sağdan soldan toplanıp bir araya gelen suni bir kalabalığı büyük ölçüde ortak hedeflerde birleştirme başarısının bir sırrı da bu olsa gerektir.

Yüz yıl öncesindeki devasa geçmişini devirmekle, terk etmekle ve her şeyiyle kötüleyip unutturmakla övünen bu ülkenin rejimi ise, siyasi temsilîyette hâlâ olmazsa olmaz hedefler için bile ortak bir ruh inşa edemiyor.

Üstelik dünyanın hiçbir ülkesinde olmadığı kadar aynı dinin aynı ekolüne sahip bir kitlesi bulunmasına rağmen..

Sonra ‘laik/seküler ve Kemalist kodlarının tartışılmasına dahi asla müsaade edilmeyen bu rejim yüz yıldır neden heykelden başka eser, darbe ve vesayetten başka strateji, İslam düşmanlığından başka fikir üretemiyor?’ diye sormanın bir lüzumu kalmıyor.  

Başörtülü hakimle ilgili cehalet, nefret, kültürsüzlük ve bir o kadar saçmalık içeren sözlerinin arkasında duran ve geçmişte üç hükümette bu memleketin kültür bakanlığı gibi manevi şahsiyetini ilgilendiren bir alanı yöneten şahsı/şahsıları bu laik rejim yetiştirdi.

Mahkeme kararıyla ve tüm Müslüman toplumun beklentisi üzerine Ayasofya’nın esaretine son verilerek tekrar camiye dönüştürülmesini; çığ, deprem, sel ve salgın gibi korkunç bir felaket olarak gören ecnebi şımarıklık da herhalde Olimpos dağından, Dubai’den Hawai’den çıkıp gelmediler, onları da bu rejim özene bezene yetiştirdi.

Sırf dünya görüşü kendilerinden farklı diye; “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın devrilmesi için binlerce insanın aynı anda öleceği çok büyük afetlere ihtiyaç olduğunu” söyleyen gazetecinin o anda sarhoş ve ayık olmasının ne önemi var, sonuçta onu da, zamanında dini devletten kovarken, ezana, alime, medreseye ve ahkam-ı şer’iyeye acımasızca ilişmiş bir rejim yetiştirdi.

Yahut Kutlu Doğum Etkinliği’nden bile rahatsızlıkları yüzünden ilahi söyleyen çocuklar etiketiyle e-muhtıra veren selefleri gibi Menderes’in idamı göndermesiyle tehditler savuran bir eski asker ve çevresini de bu düzenek üretti.

Peki yaz kış dinlemeden, salgın telkin takmadan, park üniversite demeden içlerindeki çılgın arzularıyla, binlerce insanın bir anda mahvolacağı afetlerle yahut keferenin doğrudan müdahalesiyle veya savaşla, kıtlıkla ve ekonomik vs yıkımlarla dahi olsa devrim düşleyen, gözünü kan bürümüş sivrisinekleri konuşurken onların ürediği zeminle ilgili gerçekler daha ne zamana kadar saklanacak?

Haydi laik Kemalist arka planı gündem etmenin zorluklarını anladık diyelim en azından FETÖ üzerine gidilmesini fırsat görüp İslami kanaat çevrelerine, müspet cemaat ve tarikatlere saldıranlara itibar edilmeseydi memleketin geleceği için daha iyi olmaz mıydı?

İçlerinde Müslüman toplumun değerlerine hiç sönmeyen kinleriyle sanat, siyaset, ekonomi ve daha birçok alanda gece gündüz hesap yapanlar, kendilerine feminizm, İstanbul Sözleşmesi ve laiklik güzellemeleriyle şirinlik yapılmasıyla da razı olmuyorlar, görüyorsunuz. O zaman halkın verdiği yetki ile daha net olmanın vakti değil midir?

Mahkemelerde jüriyi filan geçtik. Bu memleket ortaya karışık seküler, laik, ateist, sol, ulusalcı, ırkçı, Marksistleri filan değil çok daha iyisini hak ediyor.

Öyle değil mi?