• DOLAR 34.547
  • EURO 36.015
  • ALTIN 3005.461
  • ...

Emniyet Müdürü Recep Güven`in söylediği söz, ortaya çıkacak tartışmanın seyrini izleyip politika belirlemek için planlı bir kurgu sonucu mu yoksa kişiye özel denebilecek bir cesaretle mi söylenmişti? Başbakanın tepkisi üzerine Ak partiden desteklerini açıklayanların çark etmesine bakılırsa bu tartışmanın devam edeceğine şüphe yok.

Tartışmanın odağındaki Emniyet Müdürü, 91-96 yılları arasında yine Diyarbakır`da görev yapmış ve sözleri arasında mesleği ve pozisyonu açısından ilginç itiraflar var. Mesela şöyle diyor: "Kimimiz susarak, kimimiz uygulayarak, kimimiz kaçarak, kimimiz vurarak bu sorunu karşılıklı büyüttük elbirliğiyle. Kendi insanımızla aramızda kocaman sorunlar çıkardık… Biz o zamanki sistemin hem mağduru, hem mahkûmu, hem mecburu olmuştuk.” Örnek olması için Kürtçe kursuna gidip Kürtçe öğreneceğini de söylüyor.

Evet, “dağda ölen teröriste ağlamıyorsanız insan değilsiniz.” Sözünün devamında bu ağlamanın sebebini de “Onları devlete enterne edememe” olarak açıklıyor. Şimdi -samimi olup olmadığı sonra anlaşılacak itiraf yönü hariç- yukardaki beyanın, mezkûr sözdeki insanlık ölçüsüyle birbirine pek uymadığını da açıklamak gerekiyor.

Neden derseniz birincisi; Bu ülkede de, İsrail`e yerleşen Yahudiler gibi, kendilerini rejimlerinin doğal savunucusu gören gazeteci, aydın, akademisyen vs. zevatın zihin ambarlarının bir bölmesinde Kürt, Türk, Arap solculuğuna sahip olan ve bunun mücadelesini verenlere,  gerektiğinde kullanılmak üzere sempati vardır. O yüzden Muhsin Kızılkaya`nın; “Şu anda BDP içerisinde siyaset yapanların hatta milletvekili olanların yarın Ak partiye geçmesi veya kabul edilmesi çok normal ve olacak şeydir” sözüne şaşırmıyoruz. Bu siyasetin cilvesi olmaktan öte, Türkiye laikliğinin kendine özgü psikolojisi ile ilgilidir. Dolayısıyla komünistler ister Kürt, ister Türk olsun ve ne kadar militanlık yaparsa yapsın laik devlet için, İslami rejim isteyen bir Müslümandan daha iyidir. Hatta o Müslümanların çocukları için de aynı düşüncededirler. Aynı emniyet müdürü, “başörtüsü nedeniyle okul müdürü tarafından dayak attırılan çocuk için ağlamayan insan değildir” deseydi, şu anda çoktan görevden atılmış ve hakkında provokatör suçlamasıyla dava bile açılmıştı.

 

İkincisi;  mezkûr sözü, çok kişi söyledi ve söylüyor. Bir devlet bürokratının, hem de olayın tarafı konumundaki birinin, üstelik hükümetin güvenlikçi politikaları, olağanüstü hale yakın bir seyirde yürüttüğü bir zamanda söylemiş olması, Ak partinin demokratik açılımlarla ilgili verdiği sözlerin neredeyse hiçbirini yerine getirmeden, girdiği çıkmazdan kurtulma adına attığı zar anlamına da geliyor. Dolayısıyla şimdiye kadar söylenen sözlerin samimiyet testinin sonuçlarıyla kimsenin ilgilenmemesi, bu sözün de pek kıymet-i harbiyesi olmayan görev yaptığı yerin duygularını okşama amacı güttüğünü de söylemek mümkün. Tabi gündeme istedikleri gibi yön vermek için yetkili ağızlardan cımbızla çektikleri sözleri harekete geçirenlerin maharetini de görmek gerek.  

 

Üçüncüsü; Ak parti iktidarının siyaseti ile Demirel`in siyaseti maalesef bazı noktalarda benzerlik arz ediyor. Altı sefer şöyle veya böyle iktidara gelmeyi başaran Demirel`in bu yeteneği herhalde mevcut iktidar tarafından iyi incelenmiş. Çünkü “Dün dündür, bugün bugündür” sözü, bu hükümet tarafından eskisinden çok daha açık işletiliyor. Diyarbakır`da, seçim mitinglerinde söylenen sözler ile bugünün uygulamaları, İslami hak ve özgürlükler için verilen sözler ile gelinen noktada devletin laikliğini sahiplenme arasındaki tezat, iktidarda kalmanın anahtarıymış demek ki. Eh dolayısıyla bürokratların da sözlerinin yarın nasıl tecelli edeceğinden ziyade siyasette nasıl yükseleceklerini ve kendilerine nasıl parlak bir gelecek kuracaklarını hesap ederek sarf etmiş olabileceği vecizelerden biri için çok da yoruma hacet yok.

 

Şimdi ilk sebebe tekrar dönelim ve şu soruyu soralım: Bir emniyet müdürü, “Sırf İslami endişelerinden dolayı hukuksuz verilen cezalar yetmezmiş gibi, çok uzaklara sevk edilen mağdurların aileleri için ağlamayan insan değildir” deseydi, bunun bırakın tartışılmasını haber yapılması mümkün müydü?