Çocuklar Camide Olamaz mıydı?
İki gün önceki haberi izlemişsinizdir. İstanbul Esenyurt’ta, 14 kişi olması gereken dolmuşta 37 kişinin bulunduğu tespit edilince ceza kesilmişti. İyi de İstanbul’daki dolmuşların neredeyse tamamında benzer bir durum var. Metrobüsler, metrolar hakeza yine öyle. Haydi bunu geçtik. Güya havaalanında sosyal mesafe ve maske uyarıları yapılıyor ama uçaklarda önlem sıfır. Çarşı pazarlar, sokaklar ve caddeleri söylemeye gerek yok. Ve altmış beş yaş üstü gibi yirmi yaşın altındakiler için de bir aydır sokağa çıkma kısıtlaması kaldırılmış durumda. Çocuklar akşama kadar sokakta beraberler, ne maske ne mesafe var.
Ama bu yıl çocuklara camide yaz Kur’an Kursu yok. Üstelik camilerde namazla ilgili engel de kalkmasına rağmen.
Çok ciddi bir mecburiyet ve motivasyon olmadan, yaz aylarında çocukların evde televizyondan Kur’an dersi alabileceğini, sürekli odaklanıp bunu takip edeceklerini beklemek saflık veya bilmezlik değil vaziyeti kurtarma çabasıdır. Kaldı ki meselenin zaten çocuklara bilgi ve beceri aktarmak değil, caminin manevi atmosferinde, Kur’an ve ibadetin ruhunu teneffüs etmeleri olduğunu bizzat yetkililerin kendisi de ifade etmişlerdir.
Namazda olduğu gibi cami içinde de pekâla mesafeye ve maskeye dikkat ederek, vakitler de ayarlanarak çocuklar derse devam edebilirdi. Lafı hemen, artan vakalara, tehlikeye, tedbire filan getirecek olanlar, yazının başına geri dönebilirler.
Şartlara bakarak ibadetler için kontrollü mazeretlere başvurmak yerine sanal ortamda her türlü sapkınlığın, bilinçaltına yönelik tehditlerin, sosyal ağların çocukları adeta esir aldığı bir zamanda salgınla ilgili mevcut halin ortaya çıkardığı çelişkileri özür olarak görmek daha isabetli olmaz mıydı?
Üstüne basa basa tekrar söyleyelim: ‘Camide üstelik mesafeye filan dikkat ederek ders alırlarsa kendileri ve aileleri için risk olur’ denilen çocukların hepsi akşama kadar sokaktalar, hiçbir kural tanımadan birlikte oynuyorlar.
Ha, ‘okula gitmediler, şimdi camiye gelsinler dersek, bir taraf kudurur’ mu deniyor acaba? Ya, onlar üzerlerine varsanız da dilini sarkıtıp solurlar, varmasanız da. Hem ‘Bu Ülke’nin evlatları daha ne zamana kadar “kefereler ne der?” türünden tırsak paranoyaların esiri olacaklar?
Bu bir sivil itaatsizlik değil, körü körüne eleştirmek değil, havadan sudan bir keyfi karşı duruş hiç değil. Binlerce kişinin hayatına mal olmuş, iyileşenlerin de çoğuna büyük acılar yaşatmış, bu kadar maddi zarara neden olmuş bir salgın hastalıktan vatandaşı korumaya yönelik ne tür adımlar atılıyorsa her izan sahibi vasat akıl sahibinin buna bir itirazı olamaz. Ancak ortada tek felaket, bu virüsün yayılması değil ki güvenlik denilince sadece zihne bu gelsin. Zaten pratik de öyle olmadığı için virüse odaklanalım diyerek mesela savunma sahasında herhangi bir boşluğa müsaade edilmiyor.
Peki çocuklar manevi yönden kendi kendine mi korunacaklar? Ailelerin koruyacağı düşünülüyorsa o zaman şu kadar sene okulda eğitim için de zorunluluktan bahsedilmesin o da ailelerin insiyatifine bırakılsın. Hem internet ve sosyal medya için çok açık net sınırlar getirilsin.
İşine gücüne gidenlere, sosyal yaşamın çarklarının dönmesi için çalışanlara tanınan toleranstan belki daha disiplinli bir titizlikle çocukların bu yıl ki cami beslenmesi de yapılabilirdi, yapılmalıydı. Yoksa, çocukların ve dolayısıyla ailelerin belki bir nebze beden sağlığı korunmuş olabilir ancak akıl, kalp ve ruh sağlığı için yeni bir boşluğa göz yumulmuş olacak.
Çelişkiler, bir toplum için güven öldüren en tehlikeli hastalıklardır. Hikmet de bu çelişkileri azaltmak için vardır. Cami ile çocukları buluşturmak da hikmetle yapılabilirdi.
Elbette ki art niyet aranmaz, yalnız ahlaksızlığın ve isyankarlığın, en kılcal damarlara kadar kolaylıkla ve müthiş bir hızla nüfuz ettiği bir acziyet asrında risk analizi daha sağlıklı yapılabilirdi. Dert bu.