Balyoz Kararı ve İlahi İrade
Bildik medya ve siyasetin balyoz davası sonucuna tepkilerini izliyoruz kaç gündür. “Adamlarda ne çene var be” demekten kendini alamıyor insan. Ve hüzün edebiyatı eşliğinde, kararı duyunca çok üzülen ailelerin duygusal pozlarını tekrar tekrar sunmaları da ayrı bir maharet.
Demek ki mahkeme; medyanın, TSK`nın, MHP`nin, TÜSİAD`ın ve CHP`nin baskısı altında kalmadan sağlıklı bir karar verseydi, hepsi birkaç kez ağırlaştırılmış müebbet alacaklardı. Aynı cephe tabi ki bu aşamadan sonra daha fazla efor harcayacak, Yargıtay sürecinde diğer planları işletecekler ve her gün ekranlarda, gazetelerde, kürsülerde, bol bol cici paşalar nakaratları söylenecek / söylettirilecek, ekranda mağdur pozlarla gözyaşları zumlanacak. Yargıtayın yüce(!) adaleti övülecek, kararı düzeltmelerinin ne kadar zorunlu olduğu, en etkili ifadelerle tekrar tekrar açıklanacak. Bu arada malum paşaların Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlılıklarına dair misaller anlatılacak. Ve tabi ki kahraman silah arkadaşlarının onları yalnız bırakmasının hiç mi hiç etik olamayacağı bizzat mesai arkadaşları tarafından beyan ettirilecek. Evet, işlemeye başlayan planlar aşağı yukarı böyle gelişip gidecek.
Dava sonucunun tüm dünya basını tarafından flaş haber olarak geçilmesi, Türkiye Cumhuriyetinin reel politiğinin yani meşrulaştırılan darbeciliğinin acaba sonuna mı gelindi şüphesinden kaynaklanıyor. Bu sonuçlar, her ne kadar böyle bir şüpheye olumlu cevabı gerektirse de, darbecilerin tutuklanıp yargılanıyor oluşu, maalesef fiili durumun darbe mantığıyla yürüdüğü gerçeğini henüz değiştirmedi ve kısa vadede de değiştirecek gibi gözükmüyor.
Ama siz, ‘Hilafetin kaldırılması, Kur`an alfabesinin kaldırılması, Şer`i hukukun kaldırılması, Medrese, tekke ve zaviyelerin kapatılıp İslami eğitim kurumlarının ortadan kaldırılması, darbe değil devrimdi, devrim ayrı darbe ayrı` derseniz o zaman darbecilerin hiçbir şeyi veya hiçbir siyasetçiyi devirmediğini söylemiş olursunuz ki bu da, darbecilerin masum, darbenin ise normal olduğunu kabul etmek anlamına gelir.
27 Mayıs, 12 Eylül ve 28 Şubat devrimleriyle tamir ve tahkim edilen bir sistemin anayasa ve kurumlarıyla işleyişine kimse karışmazken, -laikliğin gereği olan içki ile değil de-laik devletin komutanlığının verdiği heyecanla, kendinden geçip, olağan(!) seminerlerde biraz ölçüyü kaçıranların bu suçlarına mecburen verilen cezacıklar, normalleşme ümitlerinin yeşermesine yetmiyor.
Sayın Ahmed Davutoğlu`nun geçen günlerde, “Ulus devlet anlayışı ile hesaplaşma zamanı gelmiştir” şeklinde itiraf ettiği çözüm, hayata geçmezse, ne paşaların ceza alması ne de eski anayasanın bir iki cümleciğini güncelleme şirinlikleri, devrimci kafa yapısını, dolayısıyla laikliği bir türlü içine sindiremeyen İslam toplumunu, darbeyle ilkelere bağlama geleneğini, değiştirmeyecektir. En basitinden başörtüsü serbestliğini anayasal güvence altına almayıp, idarecilerin insafına terk edenlerin, darbeciliğin sona erdiğini söylemeleri hiç de samimi gelmiyor.
Balyoz davasının ilginç estantaneleri bir tarafa, 16 yıl hapis cezası alan NATO Hava Unsur Komutanlığı Kurmay Başkanı Tümgeneral Atilla Özler, karar üzerine şöyle demiş: “Bizi yargıladıkları olay tamamen dijital verilere dayalı. Ben 2 tane A4 kâğıdıyla 16 yıl cezaya çarptırıldım. Sadece imzasız 2 A4 kâğıdı. Birinde iki satır, birinde de sadece ismim var köşede bir kutu içinde. Ben bilgisayardan hiç anlamam. Hayatımda bir tane bile bilgisayarda yazı yazmadım. Bu söyledikleri A4`teki ismimin geçtiği yerler benim kendime ait bir evde, iş yerimde, arabamda, bilgisayarımda çıkmadı. Herhangi bir yerde çıktı... Eğer irade olsa bunu bulup ortaya çıkartırlar.”
Bu savunma klişesine, 2000`li yılların başlarında Kur`an dersi verme gibi garip bir suçlama karşısında kendisini savunmak zorunda bırakılanlar yabancı değiller. Evet, irade olsa bunu ortaya çıkartırlar diyor Paşa. Hangi iradeyi kastediyor bilinmez ama bir zamanlar zevkle söyletip dinledikleri ve okudukları o mazlumların savunmalarını, kelimesi kelimesine bugün kendilerine söylettiren İlahi irade, daha çok şey yapacağa benziyor.