Vaziyet, Virüs, Vebâl
Bu kadar ülkeden, onca vaka ve bu kadar açıklama, çağrı, rapor, acziyet ve acı haberler gelmeseydi, bahsedilen tedbirlere fiyakalı hafifliklerle yaklaşılabilirdi.
Veya geçmişte hiç böyle ölümcül ve yaygın bulaşıcı musibetler olmasaydı, mesela veba salgını gibi felaketlerde binlerce değil milyonlarca insan kısa sürelerde çaresizlik için de can vermiş olmasaydı tedbir-takdir dikotomisine takılmaya lüzum olurdu.
Agresyonsa agresyon, virüse karşı belirlenen önlemler, Çin’in yaptığı gibi çok keskin ve acımasız biçimde uygulanmaz ise ülkenin akıbetinin İtalya’dan farklı olmayacağı çok açık.
Batılıların zorlandıkları anda bilinçaltlarında kodlandığı şekliyle Darwin’in ‘doğal seleksiyon’ fikrine ya da Hobbes’in ‘insan insanın kurdudur’ fikrine sarılacaklarında hiç şüphe yoktu.
O yüzden -parası ve nüfuzu olanlar hariç- yaşlıların ölüme daha kolay terkedilmesi anlayışı onları huzur evlerine bırakmaya yakın bir narsist vicdanî konfordan kaynaklanıyor.
Batı’nın meseleyi biraz ağırdan almasının altında tabi ki bu gerekçenin payı büyük. Ancak İslam aleminin aksine ‘birlik’ oluşları, her ne kadar kısa vadede ağır bedeller ödeseler de bileşenin parçalarını silinip gitmekten yine koruyacak. Tabi birlik derken sadece AB organizasyonu içindeki ülkeleri değil, aynı değer ve düşünce dünyasına sahip olanların ortak parantezini kastediyoruz.
Peki, yetkililerin açıkladığı gibi önümüzdeki hafta virüs bulaşan kişi sayısının 5 binleri aşması beklenen Türkiye’de vaziyet nasıl?
Yorumcular ve anketçiler, alınan tedbirlerle ilgili halkın desteğinden filan dem vuruyorlar. Peki, halk meselenin ciddiyetini kavradığında çok geç kalınırsa bunun vebali kimin olacak demek gerekmez mi?
Umumun sağlığı için yürürlüğe konan bir takım uygulamaların kime ne menfaati var ki itiraz edilsin? Tıynetleri gereği kimi şarlatanlar, taştan daha katı kalplerinin necaseti gereği umreye, camiye, cemaate, duaya dil uzatıyorlar diye camilerle ilgili son derece isabetli karara neden karşı çıkılsın?
Mademki parlamenter sistemin hantal yapısından kurtuldu.
O halde devlet denilen aygıt, belki de tam da bu zamanlarda kendini fazlasıyla belli etmeli ki Sayın Bakanın ve Bilim Kurulu’nun çabaları diğer kurumlara da yayılmalı. Tüm bakanlıklar ve özellikle ekonomi, maliye, çalışan ve ticaretle ilgili kurumlar; çarşı pazarın, üreticinin, esnafın, işçinin ve işverenin önünü göreceği, kafasının rahat olacağı düzenlemeleri aynı netlikte açıklamalılar.
Salgın hastalıktan farklı olarak önceden bilinmesi mümkün olmayan deprem afetinde bile bina inşası ve ruhsatlandırılması sırasında alınacak radikal tedbir lerin can kayıplarını azaltmada ne kadar faydalı olduğu malumken özellikleri apaçık ortada olan bir düşmana bütün sınırlar, kapılar, AVM’ler, sokaklar elhasıl bütün toplu mekanlar en azından iki ay kapatılmalı.
Adına ister şehrin/şehirlerin karantinası densin isterse sokağa çıkma yasağı, bunun uygulanması ivedilikle ele alınmalı. Sokağa çıkma yasağı için, evde halkın gıda gibi temel ihtiyaçlarının karşılanacağı pratikler pilot bölgeler seçilerek denenebilir.
Okulların Ramazan ayı ve akabindeki bayram da eklenerek tatil süresi uzatılmalı. Ve devlet sadece vergileri, borçları filan ertelemekle kalmamalı, en az dört ay faturalar (su, elektrik, doğal gaz, iletişim vs) alınmamalı, en azından gelecek yıla bırakılmalı.
Çin’de ve Japonya’da virüsün sıfırlandığı bilgisi somutlaşmaya başladığına göre aradaki ticarî kilitler derhal açılmalı.
Ve bu arada kirasını ödemekte zorlanacaklar için fedakarlıktan kaçan mülkiyet sahiplerine de bir takım müeyyideler getirilmeli.
Her neyse Bediüzzaman’ın şu sözüyle noktalayalım: “Musibet, cinayetin neticesi, mükâfatın mukaddemesidir.”
Her türlü kusurdan, isyandan ve bunların neticesi olan musibetin her çeşidinden de Mevlâ’ya sığınıyoruz.