Yaşasın Unutkanlık
Unutmamanın elbette iradî bir tarafı da olduğu içindir ki Kur’an-ı Kerim, birkaç âyet-i kerimede unutmamayı emreder. Unutturmak ise çok basittir. Avutarak, meşgul ederek, eğlendirerek, va’dederek, sevindirerek, elhasıl birçok yöntemle karşıdaki kişinin unutması sağlanabilir.
Kitlelerin yaşadıkları büyük travmaları bile dokuz ayda unuttukları bugün tespit edilen bir husus olduğuna göre yüz yıl öncesinden bugüne yaşananları velev ki kitaplardan filan ezberlemiş bile olsalar unutturmak çok kolaydır.
Öncesiyle adeta bütün bağları koparılmış bir devletin bir şekilde yeniden kurulduğu tesellisi ile öyle şeyler unutturuldu ki; mesela artık hiç kimse bu ülkede cumhuriyetin kurucusunun emriyle ezanın 18 yıl boyunca Türkçe okunduğunu hatırlamıyor. Ama bugün ‘olmasaydın olmazdın’ modundakiler dahi böyle bir talepte bulunmuyorlar.
Her ne kadar kanun hâlâ olduğu gibi duruyor olsa da, bu ülkenin insanı, şapka giymediği için idam edilen hocalarını hatta şalcı bacıyı da unuttu gitti.
Günübirlik gündemlerin peşinde avare olan gariban ahali, ‘yaşasın cumhuriyet’ korosuna alkış tutarken, kuruluşundan itibaren yirmi üç yıl boyunca cumhuriyet rejiminin uygulanmadığını unuttuğu gibi hiç umursamadı bile.
‘Gâvuru defettik aha Yunanı denize döktük’ diye sevinen devrin yorgun ve bitkin yığınları, hemen birkaç yıl sonrasında kopan dehşetli fırtınalar içinde Kur’an öğrenmenin yasaklanmasını, alimlerin asılmasını, sürgün ve işkencelerle perişan edilmelerini de unutuverdi.
Felaketlerin bir tufan gibi üzerine boşaldığı mazlum halk, çektiği acılardan başı dönerken önde gözükenlerin emriyle alfabenin de değiştiğini gördü, yeni cumhuriyetin dayanılmaz cazibesiyle bir gecede cahil bırakıldı, geçmişle bağı bir anda koparıldı, medrese, hilafet, şeriat, gibi dalları kesildikten sonra tarih, kültür, medeniyet gibi kökleri de baltalandı ama unutmaktan başka elinden bir şey gelmedi.
Değerlerini, geleneklerini, edebini, önderlerini ve kişiliğini tarif eden ne varsa hepsini en hızlı/en fazla unutanlar taltif edildi. Öyle ki, bizzat babasını, ceddini yeni cumhuriyetin nimetlerine(!) kurban verenlerin bir kısmı bu unutturma görevini üslendiler.
Ve geçmişi unutmayıp hasretle hatırlayanlar, bir öncenin mağdur unutanları tarafından linç edildiler.
Bu memleketin öyle hazin bir hatıra arşivi var ki, gerçekten yaşanmış olmasaydı masallardan misaller denecek meselleri çoktur ancak onlar da unutturulmuştur. Mesela, kendisini kendisine unutturma yöntemiyle eğitilen kızlar, bir dönem irkilip ninesinin başörtüsünü hatırlayarak onunla kuşandığında, üniversitenin kapısından içeri alınmadılar. Bir dönem camilerde ders verenler, en vahşi yırtıcı canavarlar şeklinde gösterilip ezildiler.
Kendi inancının şiarlarını ve kendi mirasının simgelerini tamamen unutmak istemeyenlere bu defa aklî, ruhî, kalbî, tarihî, coğrafi aidiyetleri unutturuldu.
Ardından zulüm, yalan, ihanet gibi ne kadar can sıkıcı hatıra varsa, doğruluğunun getirdiği yükümlülüklerle beraber unutturuldu.
Devlette devamlılık esas olduğu için sonrasında yönetime gelenler unutturma işini devraldılar. Yeni cumhuriyetten yana unutturulmayan ne darbe kaldı ne de muhtıra.
Denemek için, bir heykelin parmağını uzattığı yerde, “halkın kendi kendini yönetmek için ilk defa seçtiği bir başbakanı ve bakanları kim neden astı?” diye sıradan halka mikrofon uzatılıp sorulabilir.
Unutturanlar şimdilerde yoğun çalışıyorlar. Fetih için nice can veren Fatih’ten ve dönemin kralına mektup yazarak Fransa’daki dans rezaletini sonlandırmadığı takdirde Fransa’ya savaş açacağını belirten Kanuni’den intikam alır gibi Sultanahmet Camii önünde rezalete imza atanlar da bu yaptıklarının çok çabuk unutulacağını biliyorlar. Çünkü kurbanlarını ve eğitilmiş kölelerini iyi tanıyorlar.
“Allah'ı unutan ve bu yüzden Allah'ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayınız! Onlar yoldan çıkanlardır.” (Haşr 19)