• DOLAR 34.547
  • EURO 36.015
  • ALTIN 3005.461
  • ...

Şehrin birinde Bilgiç Dede namında bir zat varmış. Her müşkülü halleder, her meseleyi bilirmiş. Ahali, memlekette ondan daha alim hiç kimsenin olmadığına inanırmış.

Bir gün bir çocuk, Bilgiç Dede’den ateş istemeye gitmiş. Bilgiç Dede, çocuğa; “evladım ateş için bir kap getirmemişsin” deyince çocuk; “dede, sen avucuma kül doldur, üzerine de ateş bırak ben öyle taşırım” diye cevap vermiş. Bilgiç Dede’nin bütün yıldızları böylece dökülüvermiş.

Kelli felli adamlar da, ABD diye söze başladıklarında ‘realite bu’ diyerek adeta kutsama seramonisi yaparlar:

“Efendim ABD’nin, her kıta için ayrı orduları vardır. Savunma Bakanlığı bütçesi şu kadardır. Silahları şöyledir, böyledir. Uydudan herkesi izlemektedir. Herkesi yukardan görür gibi yakın projeksiyon görüntü kaydetmektedir.

İstihbarat örgütleri şöyle çalışır, böyle tuzaklar kurar. Şunları satın alır, bunları devirir. Kimse onların hilesinden kurtulamaz.

Hem mali bakımdan devasa bir büyüklüğü vardır. Bir çok küresel şirketin merkezidir. Dolar üzerinden bütün dünya piyasaları avuçlarının içindedir. Hangi ülkeyle uğraşırsa, onların ekonomilerini mahveder. Üniversiteleri şöyle süperdir, bilimde en öndedir.

O patrondur, ona kafa tutulmaz, boşu boşuna(!) itiraz edilmez. Onun vereceği karar nihaî olandır. Onun iltifatı, onayı meşruiyyet kazandırır.”

ABD, bunun değişmez bir vakıa olduğunu pekiştirmek için nice film çevirdi. Dünya çocukları, ABD’nin mutlak lider, yenilmez güç, yegane merci ve biricik otorite olduğuna şartlandırıldılar.

Tıpkı Türkiye’deki laik rejimin ve kurucusunun ‘tartışılamaz, üzerinde aykırı fikir yürütülemez, eleştirilemez, inkar edilemez, aleyhinde konuşulamaz’ oluşu gibi..

Ve maalesef şu yerkürede, ABD hegemonyası, ülkelerin siyasetlerini şekillendiren araçların başında geliyor.

Peki gelelim sadede. Mahlukat, Halık’a ‘neden’, ‘niçin’ sorusunu yöneltemezler veya başka ifadeyle; kullar, taptıklarının tasarruflarını sorgulayamazlar.

ABD’yi itaat edilmesi gereken, yardımına sığınılan, desteğine güvenilen yüce bir makam olarak görenler, kendileriyle ilgili bütün tercihlerine boyun eğmek durumundadırlar.

Hal böyle iken Obama’ya ‘onlar bizim kara gücümüz’ dedirtecek kadar samimi bağlılık lütfedenlerin mevcut vaziyeti kabullenmesi gerekir.

Öte yandan aziz bir milleti, mübarek bir unsuru, ABD’nin bölgedeki “kara gücü” ile eşitleyen indirgemeci zırvalıklar gibi, şövenist, aşağılayıcı ve yok sayıcı dil de elbette ki zehirlidir. Bu hususta somut adımlar atılmadığı sürece, toplum katmanlarında yayılan propagandaların oluşturduğu tahribat büyüyecektir.

Bununla birlikte ABD’ye geri adım attırmak, bölgeden az da olsa çekilmesini sağlamak, kurduğu sahneyi bozmak da değerlidir.

Şayet, ABD, Türkiye’nin adımlarına karşı bölgedeki kara gücünü koruyamamış bir ülke olarak anılırsa, bu durum, büyük bir paradigma değişimi demektir. Ve ABD odaklı tezlerin ciddi ciddi zayıflaması anlamına gelir. Bundan iç siyaset de etkilenir. Mesela, eli kulağında kurulmayı bekleyen partiler, zeminini kaybeder. Makyajlanan bir takım yüzlerin, geleceğe dair gördükleri ışıltılı hayaller suya düşer.

Bu aşamada sürekli şu Nebevî duayı yapmak evladır:

“Allah’ım bize Hakk’ı Hak olarak göster ve bizi Hakk’a uymakla rızıklandır. Batılı batıl olarak göster ve bizi ondan sakındırmakla rızıklandır.” (İbn-i Kesir, Tefsir 1/571)