Huzurevi, Evlat ve Torun
Daha önce komşusu iken şimdi huzurevinde kalan kadını ziyaret eden hanımefendi okuyucumuz, dinlediği şikâyetleri yazmış:
"On iki sene komşumuz olan bir yaşlı kadınla kocası vardı. Üç tane çocukları vardı. Üçü de savcı, hâkim olmuşlar. Ama cenazeden önce biz hiç görmedik, sanki hiç anne babalarına uğramadılar. Bu yaşlı çiftten çok şey öğrendik, bize çok hakları geçti. Biz de onları sürekli sormaya çalıştık. Bizi kendi evlatları gibi sevdiler. Ama hep çocuklarının torunlarını getirmediklerini söyler gözyaşı dökerlerdi. İki yıl önce yaşlı amca öldü. Çocukları da teyzeyi alıp bir huzurevine yerleştirdiler.
Hep içimde bir ukde gibi duruyordu. Geçen ay, kaldığı huzurevinde kendisini ziyarete gittim. Çok sevindi. Elinde uzunca bir tesbihi vardı, bıraktı bana sarıldı. Diğer yaşlılarla konuşarak vakit geçirdiğini durumunun çok kötü olmadığını söyledi. ‘Çocuklarım da hiç sormuyorlar ama kendime hayıflanıyorum` diye yakındı. ‘Demek ki, muhabbet, fedakârlık ve hürmet yerine hep kazanma hırsı öğretmişiz, ne bileyim onlara da kızmıyorum artık, benim günahım çokmuş` filan dedi. ‘Ama torunlarımı görsem yeterdi` diye çok ağlayınca içim parçalandı. Bir kızının numarası bende vardı. Arayayım iyice bir kızayım diye çok düşündüm, sonra eşim, ‘yaşı senden büyük hem de makam sahibidir sana ne` diye bana kızınca vazgeçtim, böyle de vicdanım sızlıyor.."
Çevremizde ve medyada sürekli duyup şahit olduğumuz nice benzerleri gibi hazin bir öykü. Beterin beteri var da, bu tür misaller bize sanki şöyle dua edin diye öğüt veriyor: “Allah`ım! Bize, ömrün, evladın ve akıbetin hayırlısını nasip et.” (Amin)
Yaşlı teyze, hatayı kendisinde görerek fazilet ve irfan yolunu seçmiş ki, bunun üzerine söylenecek bir şey kalmıyor. Ancak yüzde seksen çocuklar kusurlu olsa da bu sosyal facialarda toplumun da, yöneticilerin de, sistemin de payı var.
Faydacı, çıkarcı, maddeci, açgözlü, hırslı, kanaatsiz ve alabildiğine bencil, heva heves düşkünü bir dünyanın sıradan ve gönüllü süjeleri/kurbanları için münbit ortam oluşturan herkes suçlu.
Öğretmen de, imam da, komşu da, akraba da, en az anne baba kadar güzel davranışların kazandırılmasında, yayılmasında sorumludur, vebal altındadır.
Herhangi bir sıkıntıyı, sorunu ve problemi kendimize ait olup olmamasına göre kategorize ederken teraziyi kaybettiğimiz gün, yani her bir kalıpta farklı bir çehresiyle yansıyan nefs-i emmare firavnuna teslim olduğumuz gün en başta hürmet taneli tesbihin ipi koptu.
O da sokağımıza, evimize ve en kötüsü zihnimize ecnebi markalı bir sürü seküler değirmen kurdu. Şimdi anne baba, evlat, kardeş, torun; kendi kazanına düşen kim varsa hepsini öğütüyor.
Bu yüzden yeniden iman, yeniden Kur`an, yeniden Resulullah(sav) en büyük umuttur, hedeftir ve istikbaldir. Bütün çarkların tüketime, kapitalizme ve bireyselliğe ayarlandığı bir yaşam formunda, huzurevini gereksiz bulmanın bir kıymet-i harbiyesi yoktur.
Ve müdahale ederken titreyen elleri saklama çabamız da acizliğimiz sayılmamalı. Kalbi kanatan bu ve benzeri misallerde oturup sürekli kınamak yerine, onları ziyaret edip gönüllerini almak ve ihtiyaçlarına koşmak herhalde en uygun olanıdır ki, okuyucumuz da bunu yaptığını belirtmiş.
İlahi takdir, en peşin cezayı anne baba ile ilgili vazifelerde verir ki, bu örnekte de hükmün kazası açık ve net işliyor.
Ama yine de uygun bir dille evlada hatırlatmakta fayda var. Ne diyerek? Mesela; “Teyzeyi ziyaret ettim, sizi andı ve torunlarım dedi, onları çok özlemiş” gibi..
Dua bekleriz.