• DOLAR 34.547
  • EURO 36.015
  • ALTIN 3005.461
  • ...

Bir tarafta sonuna gelindi derken olacakları kimsenin konuşmak istemediği bir savaş. Ve muhtemel milyonlarca yeni muhacir.

Diğer tarafta tüm yönleriyle bu savaşın hamisi olan büyük şeytanın kur`lu saldırıları. Ardından adeta tadından yenmeyen açıklamalar: “ABD bizi kaybetmeyi göze alamaz.”

Allah aşkına bu sözler, uluslararası ilişkilerde, dış siyasette, denge politikalarında neye karşılık gelirse gelsin kocaman bir toplumun izzet-i nefsinde nasıl ma`kes bulur, neye denk gelir anlayan beri gelsin.

ABD, bizde sürekli ihtilal yapar, en sonunda yine darbeye girişir, bu sefer ‘bizim çocuklar` işi ellerine yüzlerine bulaştırır, kovboyun keli görünür ama bizi kaybetmeyi göze alamaz.

Binbir çeşit hile ve desise ile bölgede savaş çıkartır, binlerce tır silah yığar, algı, film, yalan dolan ve çeşit çeşit illüzyonlarla para kazanır, oradaki yavrusunu korurken Kudüs`ü güya ona hediye eder, İslam halklarını birbiriyle uğraştırır, olmadı on bin kilometre öteden gelir, babasının çiftliğini(!) bombalar, yakar, yıkar çalar çırpar, istediğini satın alır, dostlarından haraç alır ama bizi kaybetmeyi göze alamaz.

Stratejik ortağım olabilirsin, soğuk savaş döneminden kalma müttefikim olabilirsin ama ben big brother olduğum için kendi payına düşen masrafı karşıladım diye ortak ürettiğimiz savaş uçağını alıp da evine götüremezsin. Öyle diğer NATO ülkesi filan ülkeden füze almış aynısından ben de alırım diyemezsin, senin ne satın alacağına da kime ne satacağına ben karar veririm der; ama bizi kaybetmeyi göze alamaz.  

Bizzat başkan çıkar, Türkiye`ye ekonomik savaş ilan ettiğini açıklar, bedel ödettireceğini söyler, piyasaları allak bullak eder, faizler tavan yapsın diye çırpınır, memleketin ticaretini bozar, milleti işinden aşından eder, halkı yoksullaştırır; ama bizi kaybetmeyi göze alamaz.

Kendisini dünyanın jandarması gören ve şeytan gibi damarlarda dolaşan ABD ile kalkıp da tam hasım olalım, tüm ipleri koparalım şeklinde bir tavır da elbette ki reel politiğe de, siyasete de, konjonktüre de aykırı bir tutumdur.

Hangi devletle olursa olsun elden geldiği kadar sulh ve işbirliğinin bütün kanallarını sonuna kadar açık tutmak için çabalama mecburiyeti herkesin takdir ettiği bir husustur.

Ancak kullanılan dile çok dikkat etmek gerekir.

Hatasıyla sevabıyla büyük bir medeniyetin tarihsel misyonunu taşıyan ve İslam`ın aziz emanetleriyle geleceğe yürüme azminde olan aziz ülkenin, kocaman bir halkın gözünde ABD gibi tüm dünyanın şerrinden kaçtığı ve artık sekerata girmiş olan bir devleti yücelten güzellemelere ne gerek var?

Başkan Erdoğan`ın: “Tehdit diline prim vermeyiz” sözü gibi sadece Türkiye`nin değil tüm dünya halklarının ihtiyaç duyduğu bir dili bayraklaştırıp zenginleştirmek gerekirken, ‘ne olur elimi bırakma` gibi platonik serenatlara ne lüzum var?

Halk ABD`ye karşı dik durma karşılığında kesesinden, sofrasından hasılı maddi kazancından fedakarlık yapmaya eyvallah diyorsa bunun kıymeti iyi bilinmeli ve rasgele beyanlarla bu enerji heba edilmemeli değil mi?

ABD`nin çöküşünü ne kendileri ne de başkası durdurabilir. İslam`a sarılan halkların yükselişini de kimse durduramaz. Kaldı ki bunun böyle olduğunu kabul etmek Müslümanların inancıyla ilgilidir.

O zaman izlenecek yol bellidir: “Mü'minler, mü'minleri bırakıp da kafirleri veliler edinmesinler. Kim böyle yaparsa, Allah'tan hiç bir şey yardım yoktur. Ancak onlardan korunma gayesiyle sakınmanız başka. Allah, sizi kendisinden sakındırır. Varış Allah'adır.” (Al-i İmran Suresi 28)