• DOLAR 34.944
  • EURO 36.745
  • ALTIN 2979.98
  • ...

Günümüzde İslam Coğrafyasındaki ülkelerin özellikle dış politikalarında birçok tezat yaşanması Müslüman kitleleri şaşırtmaya devam ediyor.

Bu gariplik hem Batılı ülkeler ile olan ilişkilerde hem de coğrafyamızdaki komşu ülkelerle geliştirilen ilişkilerde görülebiliyor. Örneğin herhangi bir İslam ülkesi, dün rest çektiği bir Batılı ülkeye bugün hiçbir şey olmamış gibi yanaşabiliyor. Dün ‘one minute’ denilerek tepki gösterilen israil ile bugün, hiçbir şey olmamış gibi normalleşme sinyalleri verilebiliyor.

Veya İslam’ın ve Müslümanların aleyhine olan grup ve şahıslarla çok rahatlıkla ilişki kurabiliyor, Müslümanların zarar görebileceği bölgesel ve uluslararası politikalar geliştirebiliyor.

Bu handikabın bölgemizdeki laik ülkelerde görülmesini anlıyoruz da, aynı handikabı isminde İslam yazılı olup anayasası İslam şeriatı olan ülkelerde gördüğümüzde daha çok şaşırabiliyoruz.

Peki, bu handikap neden?

Bu sorunun cevabı Ulus Devletlerin dış politikasının ana mihverini oluşturan ‘ulusal çıkar’ yaklaşımında gizlidir.

Bugün İslam Coğrafyasındaki tüm devletler birer Ulus Devlettir. Ve bu devlet yapısı, seküler (din dışı) bir felsefe üzerine kurulmuştur. Bu devlet modelinde din,  kurucu unsur (referans) değil, devletin ideolojisini ayakta tutan, güçlendiren bir yardımcı unsurdur. Özellikle dış politikada atılacak herhangi bir adıma, dinin ne dediğine değil, ne kadar işlevsel olacağına bakılır.

İşte kendilerinden çok şey beklediğimiz İslam ülkelerinin bile, çoğu zaman dış politikada bizi şaşırtacak kadar gariplikler yapmasının asıl nedeni budur.

Müslümanları ilgilendiren bir konuda kurulan kurultaylarda, ümmet bilincine sahip İslamî kimliğe sahip şahıslar yerine Doğu Perinçek gibi İslam’a ve Müslümanlara karşıtlığıyla bilinen şahısların davet edilmesini ancak bununla açıklayabiliriz.

‘Ulusal Çıkar’ yani ‘Milli Menfaat’ Uluslararası İlişkilerde anahtar bir kavramdır. Tüm uluslar her zaman kendi ulusal çıkarlarının amaçlarını gerçekleştirme veya güvence altına alma sürecine dâhil olurlar. Her milletin dış politikası, ulusal çıkarları temelinde formüle edilir ve hedeflerine ulaşmak için her zaman çalışır. 

Britanya İmparatorluğunun ünlü başbakanı Lord Palmerstone’nun 1848’deki şu sözleri gerçeğin katı bir ifadesidir: ”Bizim ezelî ve ebedî müttefiklerimiz yoktur; bizim daimi düşmanımız da yoktur. Ezelî, ebedî ve daimî olan, bizim çıkarlarımızdır ve işte bizim görevimiz bu çıkarları gözetmektir.” Ulusal çıkar kavramının bu kadar katı, acımasız ama bir o kadar da gerçekçi ifadesi sadece İngiltere için değil, bütün ülkeler için bir uluslararası ilişkiler ilkesidir. (1)

Yani anlayacağınız ulusal çıkar, kısaca insan insanın kurdudur mantığının devletleşmiş halidir diyebiliriz.

Son dönemlerde ulusal sınırların dar gelip ülkelerin bölgesel güç olma yolunda çaba harcaması bu sorunu daha da öne çıkarıyor.

Bu anlamda Türkiye’nin; Irak, Suriye, Libya, Azerbaycan ve Afganistan politikasıyla, İran’ın; Lübnan, Yemen, Irak, Suriye, Bahreyn, Azerbaycan ve Afganistan politikasına baktığımızda bu yaklaşımın etkisini rahatlıkla görebilirsiniz. Bu politikanın yakın bir gelecekte Müslüman ülkeleri karşı karşıya getireceğinden kimsenin şüphesi olmasın.

Son yüzyılda küresel emperyalizme en köklü darbeyi indiren, tüm kurumlarını sil baştan yenisiyle değiştiren bir İslam ülkesinin dahi, dış politikalarının ana eksenine ulusal çıkarı yerleştirmesi daha çok yürüyecek yolumuzun olduğunu gösteriyor.

Çözüm, Vestfelya sonrası kurulan, bizi bölük pörçük yapıp düşmanlaştıran, dini işlevsel bir araç gören sömürgeci sistemi taklit değil, Ulus Devlet ötesi İslam Medeniyetinden beslenen, düşmanlık yerine barışı, ulus yerine ümmeti esas alan ve dini referans alan yeni örgütlenme modeline geçmenin çabası içine girmektir.

Bu, şu aşamada çok zor olsa da imkânsız değildir.

1)https://turkau.com/ulusal-cikar-nedir/