• DOLAR 34.579
  • EURO 36.289
  • ALTIN 3016.247
  • ...

Günümüz dünyasında nimetlerin bollaştığına, alım gücünün arttığına, göz kamaştırıcı konforlu hayatların neredeyse en alt tabakada yaşayan insanlara kadar yayıldığına şahit olmakla kalmıyor, bizzat yaşıyoruz. Dünyanın cazibesi artmış, daha fazlasına sahip olma arzusu benlikleri kuşatmış, doyumsuzluk had safhaya ulaşmıştır. Şükür azalmış, nankörlük çoğalmış, dünya hevesi ahiret arzusunun önüne geçmiştir. Tul-i emel ile dünyaya dört elle sarılmış, kasr-ı amel ile ahiretten uzaklaştıkça uzaklaşmış durumdayız. Buna ‘dünyevileşme’ ya da modern tabirle ‘sekülerleşme’ diyoruz.

Dünyevileşme, Müslümanların, ama özellikle İslami hizmetlerde bulunan mü’minlerin önündeki en büyük tehlikelerden birisidir. Toplum olarak fakru zaruret içinde yaşayan insanlarda dünyevileşme çokça rastlanan bir durum değildir. Ancak zenginliğin toplumda tabana kadar yayıldığı dönemlerde dünya hırsı da o oranda yaygınlık kazanmaktadır. Öyle ki insanlar daha çok kazanma arzusuyla Allah’tan uzaklaşmakta, ibadi konularda gevşeklik göstermekte, haram ve helali gözetme noktasında zaafa düşmektedirler. Dünya hırs ve arzusu bir kalbe düştü mü artık gözler hakikati görmemeye, akıl sağlıklı bir şekilde düşünmemeye, basit istekler ulvi hedeflerin önüne geçmeye başlamaktadır. İnsanın manevi anlamda helak olmasına giden yolun başlangıç noktası budur.

Yüce Allah, dünyayı şu veciz ifadelerle gözler önüne sermiştir:

“Onlara dünya hayatının örneğini de ver: Dünya hayatı gökten indirdiğimiz bir suya benzer ki onunla yeryüzünün bitkileri gelişip birbirine karışır ve sonunda rüzgârların savurup uçurduğu kuru bir çöp kırıntısı haline döner. Allah, her şeyi meydana getirmeye gücü yetendir.” (Kehf Suresi: 45)

Gökten indirilen bir suyla yeşillenen, sonra da rüzgarların uçurduğu kuru bir çöp kırıntısı mesabesinde olan dünya nimetlerine sarılıp aslolan kulluk görevinden uzaklaşmanın insanı götüreceği yer elbette ebedi saadet yurdu cennet olmayacaktır.

Nefis, doymak bilmez bir özellikte yaratılmıştır. Bir şeye sahip olduğunda, ondan daha güzelini, ona da sahip olduğunda, ondan daha kalitelisini ister ve bu istek hiçbir zaman sona ermez. Diğer taraftan şeytan da nefsi sürekli tahrik etmekte, isteklerine ulaşma konusunda sınırları zorlamasını teşvik etmektedir. Zorlanan sınırlar bazen ibadetlerde aksama, bazen kul hakkı yeme, bazen faize bulaşma, bazen Allah’tan uzaklaşma şeklinde tezahür edebilir.

Peygamber Efendimiz (sav) nefsani istek ve arzuların bitimsiz olduğunu şu veciz hadisiyle bildirmiştir:

“İnsanoğlunun bir vadi dolusu altını olsa, bir vadi daha ister. Onun gözünü topraktan başka bir şey doyurmaz…” (Buhari, Rikak, 10; Müslim, Zekât, 116-119)

Doymak bilmeyen nefsi doyurmaya çalışmak, beyhude bir davranıştır. Yapılması gereken, nefsi terbiye etmek, bitmek bilmeyen arzularına ket vurmak, sonsuz bir ahiret hayatını, fani olan dünya hayatından daha çok arzulamak ve bu arzu doğrultusunda çalışmaktır. Müslümanlar olarak dünyevileşmekten olanca gücümüzle kaçıp uhrevileşmeye çalışmalıyız. Nitekim Peygamberimiz (sav) dünyevileşmenin tehlikelerine dikkat çekerek şöyle buyurmuştur:

“Allah’a yemin ederim ki sizler için fakirlikten korkmuyorum. Fakat ben, sizden öncekilerin önüne serildiği gibi dünyanın sizin önünüze serilmesinden, onların dünya için yarıştıkları gibi sizin de yarışa girmenizden, dünyanın onları helak ettiği gibi sizi de helak etmesinden korkuyorum.” (Buhari, Rikak 7; Müslim, Zühd 6)

Müslümanlar, her şart ve durumda Allah’ı arzulamalı, Allah’tan uzaklaştıracak şeylerden de kaçınmalıdırlar. Hadiste buyurulduğu gibi dünya metaı için kapışmak, mal-mülk elde etme yarışına girmek ve bu sebeple İslami hizmetlerden geri kalmak, hele hele kulluğu zedelemek helak sebebidir.  Sabah namazının iki rekât sünnetinin dünya ve içindekilerden hayırlı olduğu bir tartıda, dünya metaı için ibadetlerini aksatanlara dünyanın hepsi verilse ne fayda!