• DOLAR 33.982
  • EURO 37.725
  • ALTIN 2728.385
  • ...

“Her canlı ölümü tadacak ve sonunda dönüp huzurumuza geleceksiniz.” (Ankebut Suresi: 57)

“Hanginizin davranışça daha iyi olduğunu denemek için ölümü ve hayatı yaratan O’dur. O, güçlüdür, çok bağışlayıcıdır.” (Mülk Suresi: 2)

Son zamanlarda ölümlerin daha bir arttığına, yaşlı-genç, kadın-erkek, hasta-sağlıklı ayırımı yapmadan birilerini alıp aramızdan ayırdığına çokça şahit olmaktayız. Neredeyse her gün yakın çevremizden biri dar-ı bekaya göçmekte, bir taziye bitmeden yenisi kurulmaktadır. Dostlar, yakınlarını kaybetmiş olanlara taziyelerini sunmakta, ölenlerin yakın çevresi ise kendilerini yokluğun soğuk gerçeğine alıştırmaya çalışmaktadırlar.

Ölüm, yaşı ne olursa olsun geride kalanlar için erkendir. Bu nedenle her gün birilerinin bu dünyadan göçtüğünü gördüğümüz halde ölümü kendimizden ve yakınlarımızdan uzak görürüz. Arkada kalanların, ölen yakınlarının acısını çok yakıcı bir şekilde hissetmelerinin ve bu erken gidişi kabullenememelerinin altında yatan en önemli sebep budur.

Ölüm, dünya hayatının en gerçek olaylarının başında gelmektedir. Geçici olan dünya hayatında insanoğlunun da geçici bir hayatının ve sona erecek bir ömrünün olması kaçınılmaz bir hakikattir. Özellikle Müslümanlar olarak bu hakikati idrak etmemize rağmen ölümden duyduğumuz elem, aslında ayrılıktan ve sevdiğimiz insanı bu dünyada bir daha göremeyecek oluşumuzdan kaynaklanan bir hissiyattır. Sofrada oturduğu yerin boş kalması, tabak ve kaşığının eksilmesi, oturmayı alışkanlık edindiği yerde bir başkasının oturması, baktığımız yerde onu göremeyişimiz ve tüm bunlara alışmakta zorlanmamız, ölüm hadisesini çabuk bir şekilde kabullenmemizi engelliyor.

Ölümden kaçmanın mümkün olmadığı ve ölümü kabullenmemenin hiçbir fayda vermediği aşikâr olduğuna göre, ölümü sevme eğitimleri yapmak, hayatı daha da kolaylaştıracak, ölüm gerçeği karşısında daha sağlam durmamızı sağlayacaktır.  Ölümü sevmek ise ancak ölümden sonrasını düşünmek, orada kavuşacağını ümit ettiği nimetleri hayal etmek, önceden ölmüş olan sevdiklerine kavuşacağı heyecanını yaşamakla olur. Montaigne’nin; “İnsana ölmeyi öğreten, aslında yaşamayı öğretiyordur” sözü de hayat ile ölüm arasındaki rabıtanın güçlü olması gerektiğini anlatmaktadır.

Peygamber Efendimiz aleyhisselatu vesselam’ın; “Lezzetleri acılaştıran ölümü çokça anın” hadisi şerifi, ölüme hazırlıksız yakalanmanın zorluklarını hafifletmek için verilmiş en güzel nasihatlerden birisidir. Ölümü çokça anmak hem ölümden sonraki hayata hazırlık yapılmasını sağlar hem dünyada haram ve günahlardan uzak, salih amellerle süslenmiş bir ömür geçirmek suretiyle dünyadan lezzet almanın yolunu açar hem de bir sevdiğinin ani ölümü sebebiyle büyük trajediler yaşamadan yokluğunu kabullenmeyi öğretir. Çünkü ölümü çokça anan için ölüm yokluk değil, aslında yeni bir diriliş, yeni bir hayat demektir. Ölümden kaynaklı ayrılıklar da ebedi değil, geçicidir. Sonunda herkesin gidip varacağı yer, ahiret yurdudur. Önce gidenler de sonradan gelecek olanlar da orada toplanacaklardır. Aslolan amellerdir. Ölen kişinin amelleri onu cennete değil, cehenneme götürecek türden ise onun arkasından ağlayıp yas tutmak yerinde olur. Fakat salih amellerle süslenmiş bir ömür geçirmiş olanın vefatından dolayı ağlamak değil, belki sevinmek gerekecektir.

İnsanoğlu yaşamak için doğar, ama ölmek için yaşar. Hayat serüvenimizin finali ölümdür. Nasıl yaşıyorsak öyle öleceğimizi, nasıl ölürsek öyle dirileceğimizi bilmeliyiz. Dünyadan daha güzel, daha ferah, daha mutlu, daha huzurlu, tükenmez nimetlere sahip, sonsuz ve daha birçok güzelliklere sahip bir yeri kazanmak için yaşayan ve bu hal üzere ölüp bu hal üzere dirilecek olan bir insanın ölümü kendisi için bir kurtuluş olduğuna göre, bu kurtuluşa üzülüp ağlamak mı sevinip mutlu olmak mı daha mantıklı?