HAYAL DEĞİL GERÇEK
İnsanoğlu çok yönlü, biraz karmaşık, keşfedilmesi zor bir varlıktır. Maddi yönünün haricinde ruh, akıl, duygu vb. birçok yönü vardır. Adeta küçük bir âlem olan her bir insandan meydana gelen toplum; sayısız esrarengiz âlemleri bünyesinde barındırır.
Rabbimiz eşref -i mahlukat olan bu küçük âleme(insan) sayısız inayetler, lütuflar ve nimetler bahşetmiştit. Hücreden dokuya, organdan bedene, ruhundan kalbine, duyudan tasavvuruna kadar hangi yönüne bakarsak bakalım hep Rahmet ve nimet görürüz.
Ne gariptir ki insanoğlu doğuştan sahip olduğu bir çok lütfu nimet olarak görmez çoğu zaman. Yani soluduğu tertemiz hava, etrafı pırıl pırıl aydınlatan güneş, bir çift göz, tutan eller ve ayaklar...Bunların hepsinin nimet olduğu fark bile edilmez hayatın hengamesinde.
Biraz da nankör bir varlık oluşundan olsa gerek ki şükretmez çoğu zaman. Açgözlülüğü ve hırsı sebebiyle hep daha fazlasını ister ve elinde olmayanın arzusunu çekip elde edemediklerine üzüldüğü içindir ki; mutluluk ve huzur denen hayati iki olguyu ıskalar yaşam boyu. Doyumun eksenine bile giremeden yitip gider koca alemden. T
üm sırlar, muhteşem ve keşfedilesi nice güzellikleri fark bile edemeden bir yıldız gibi kayıp gidiyor çoğu zaman.
Materyalist akımın etkisiyle hep maddeye odaklı yaşadığından olsa gerek; diğer yönlerinin varlığından bile haberdar olmayan insan yığınlarıyla dolu etrafımız. Kaygı dolu gözlerle izliyor, dehşete kapılıyoruz çoğu zaman. Sanki bir cinnet hali içinde şuursuz, ruhsuz, duygusuz ceset yığınlarını görünce; hayrete kapılıyoruz.
Tüketime odaklı, dış görünüşün fazlasıyla önemsendiği, etiket ve gösterişin revaçta olduğu bir toplum haline geldik. Aslında dünyanın geneline yayılmış bir dengesizlik, doyumsuzluk ve maddesel rekabet hastalığına tutulmuş tüm insanlık.
Neredeyse unutulmaya yüz tutmuş değerlerimiz, gelenek ve göreneklerimiz. Hep yeni bir şeyler alma, yenilerini görme ve sahip olma, farklılık ve fark edilme yarışı içinde olan insan gitgide zavallı, özünde yalnız ve güven duygusundan yoksun, doyumsuz, huzursuz bir yapıya bürünüyor her geçen gün.
Oysa çook uzaklarda aradığı, binbir zahmet ve masraflara katlanarak bulmaya çalıştığı şeyler aslında Allah’ın kendisine doğuştan bedava verdiği nimetlerdir. En başta kendisini herkesten fazla seven ve merhamet eden Yaratıcısı vardır. Ona verdiği iman en büyük sermaye değil midir? Bu güzel İslam dinine mensubiyeti, Müslümanlığın verdiği sonsuz güzellikler nimetlerin en büyüklerinden değil midir? Sonra sağlığımız, çevremiz bize bahşedilen bu zamanın rahatlık ve teknolojik kolaylıkları hep birer nimet değil midir?
Vee en çok ıskaladığımız hatta çoğumuzun belki hiç fark edemediği ailemiz, eşimiz, çoluk çocuğumuz yani yuvamız nimet değil midir? Birbirini canu gönülden seven iki sıcak gönülden müteşekkil sevgi ağacımız ve o ağacın tatlı meyveleri; yavrularımız...
Akşam olup da yönü eve dönünce; hayatın karmaşası ve kalabalığından sükûnet diyarına koşar adımlarla, dakika bile ıskalamak istememecesine son hızla evine varan, evin babası, ailenin temel direği, dünya cennetinin kapısını tıklayınca aynı heyecan ile kendisini bekleyen, huzur membaına kavuşmanın verdiği mutlulukla kapıyı açan sadakat timsali bir eş...
O anda tüm yorgunluğun, huzursuzluğun bir anda uçup gittiğini hissederler o evin mesrur sakinleri. Çocukların her birinin koşup oynaması, gülüp kahkaha atması; cennet kuşlarının şakıması gibi gelir ebeveynlere. Ocakta pişen yiyecek değildir, adeta cennet nimetleridir ev ahalisi için. Çünkü yemeğe lezzet veren, tat ve kıvam katan şey; muhabbet ve samimiyettir. Anneler bilirler mideleri doldurmanın asıl amaç olmadığını.
Enseleri kalınlaştırıp bedenleri şişmanlatmakla sağlıklı bir nesil yetiştirilemeyeceğinin bilincindedirler. Ve idrakindeler ruhları aç bırakılan çocukların en mükellef sofralardan bile şikayetle kalkacağını. Asrı saadetteki kadınların timsalidir o bilinçli, güzide anneler. Ders almışlar sanki Rümeysalardan, Sümeyra analarımızdan. Sofralarını evin ortasına değil zihinlerin ortasına kurarlar ve toparlarlar her bir aile ferdinin zihinlerini ve kalplerini o sofra etrafında.
Sonra kaşık kaşık, lokma lokma yedirirler; iman, ihlas, takva, ilim, bilinç ve şuur gıdalarından. O sofralar öyle bir ruh atölyesine dönüşür ki o evlerde; nakış nakış ilmek ilmek dokurlar evlatlarını. Belletirler onlara tarihlerini, bu günlerini, yarınlarını. Sonra gün gelecek o sofralardan doyanlar, çizgi çizgi, hece hece tarihler yazacaklar; Musaplar, Ömerler, Hatice ve Aişeler olacaklar, bilirler o bilinçli anneler.
O evde sadece nimet olarak ekmek ve yemek anlaşılmaz. Birlik ve beraberliğin, hamd ve şükrün ve paylaşmanın asıl nimet olduğunun bilincindedirler. Üzerinde oturulan pahalı koltuğun, üstüne basılan atlas halının, yaldızlı ve süslü eşyanın saadet getirmeyeceğinin şuurundadır her bir ferdi bu ailenin. Araçtır amaç değildir hiç bir dünyalık, o yüzden dünya ve dünyalıklar hiç bir zaman kaydıramaz ve kandıramaz bu sağlam iradeli aile fertlerini. Ne satarlar ne satın alınırlar hiç bir dünyalık değer için. Çünkü ebediyete ayarlı yetişmiştir her biri.
Tökezlerler zaman zaman belki, ama asla şeytanın çukuruna düşüp hapsolmazlar biiznillah. Toparlanır kendilerine gelir ve toplumun ıslahına odaklanırlar. Çükü mesuliyetin yükünü taa kalu beladan aldıklarını asla şuurlarından silmemişlerdir. En büyük birikim, en güzel çeyiz ve en mühim meslek ve mertebe kulluk ve taattir, bilirler. Kimin ne dediğine değil Rabbin razılığına değer verirler. İlim, irfan ibadet, hizmet ve daha nice dersler her öğün okutulur o aile mektebinde. Saymakla bitiremeyeceğimiz vasıfların sahibi olan öyle bir aile nimet değil midir?
Belki bir çoğumuza göre aşırı hayali, gereksiz ve belki de imkansız gelecek bu anlattıklarım. Ama emin olun ki birçok üstün yönünü saymaktan aciz kaldığım sayısız Aile vardır. Belki bu toplumun dağılıp gitmemesi, hala bazı değerlerimizin yaşıyor olması bu ihlas timsali aileler sayesindedir.
İnanın ki nostalji olsun diye değildir bu anlattıklarım, belki toplumumuzun selamet ve kurtuluşu için acil bir şekilde böyle ailelerin kurulması, dönüştürülmesi ve sayılarının artması gerekmektedir.. Ta ki sağlam ve huzurlu bir toplum vücuda gelsin inşallah...