Sabret Vazgeçme
“ İnsan acelden (aceleci bir tabiatla) yaratılmıştır. Size ayetlerimi (vaat ettiklerimi) mutlaka göstereceğim. Benden acele istemeyin .” (Enbiya/37)
Yüce Rabbimizin beyan ettiği bu ayeti kerime, insan tabiatı hakkında çok önemli bir özellik olan acelecilikten bizlere haber veriyor. Yine insanın bu aceleci huyu hakkında İsra Suresi 11. Ayette: “İnsan hayra dua ediyormuşçasına şerre de dua eder. İnsan pek acelecidir.” buyuruyor Mevla’mız.
İnsanın bu aceleci yönü o kadar baskındır ki bazen hayr ister gibi şerri de hemen talep edebilmektedir. Çünkü sabretmek istemez, ne olacaksa hemen hüküm verilip o işin olmasını ister. Bu özelliği ile aslında Sünnetullah'a (Allah’ın kanunlarına) ters düşmektedir. Bu yüzden bu yönümüze dikkat çekerek Rabbimiz, bizi uyarmaktadır. Çoğu zaman bir iş, bir durum ya da bir insan hakkında karar verirken de bu özelliğimiz devreye girmektedir. Bir iş belki de başarıyla sonuçlanacakken acele karar verip sonuna kadar götürmediğimiz için başarıya ramak kala vazgeçip dönmekteyiz. Bu yönümüz ile zaman ve imkan kaybı yaşamaktayız. Ama benim değinmek istediğim asıl nokta; insanlar hakkında acele karar verme ile ilgilidir.
İnsan etiketleme konusundaki maharetimiz (!) bize yanlış kararlar aldırır. “Ön yargı” dediğimiz şey tam da burada devreye girer. Aslında ta küçüklükten başlıyor bu etiketleme alışkanlığı. Çocuk 2-3 defa bir şeyi kırdı mı “sakar” lakabını, bazı işlerde gevşek davranınca “tembel” lakabını, mizaç olarak bize uymayınca “huysuz” lakabını bir rozet gibi iliştiriveririz yakalarına, hiç düşünmemecesine. Hal böyleyken sürekli tenkit ve önyargılar ruhumuza çok önceden işlenip bizi önyargılı bir insan haline getirmektedir.
Birer Müslüman davetçi olarak insanlarla iletişim kurarken de çoğu zaman bu tür yanılgı içerisine girebilmekteyiz. Örneğin birkaç sefer karşılaştığımız bir insan, sima olarak mütebessim değilse “ne kadar da itici”, “bu kişiyle kesinlikle konuşulmaz, ne anlatılabilir ki bize yüz bile vermiyor” tarzında bir ön yargıya gideriz. Hatta o insana selam bile vermek istemeyiz ama bir zaman sonra bir yerde bir vesile ile o insanla muhabbet açılınca ne kadar da yanıldığımızı anlarız. Aslında belki de o kişiyle bir ömür sürecek dostluklar kurarız. Demem o ki: İnsanlardan çabuk vazgeçmeyelim, hele şer odaklarının ümmet üzerinde, özellikle de gençler üzerinde kısa ve uzun vadeli planlar yaptığı, tuzaklar kurduğu ve her cihetten kuşattığı bu zamanda; insanlardan vazgeçmek, onlar hakkında çabuk karar verip gözden ve gönülden çıkarmak Müslümanın, hele davetçinin, ahlakı olmamalıdır. Her insan ikinci, üçüncü hatta birçok hakkı kendilerine tanımayı hak ediyordur. Hemen verim alınmayabilir ama emin olalım ki pişman olmayacağız, biiznillah. Yeter ki sabredelim ve vazgeçmeyelim.
Peygamberlerin metodlarına baktığımızda hep bu sabır yönü karşımıza çıkmaktadır. Hazreti Nuh(a.s.) dokuz yüz elli sene kendi ümmetine, hiç durmadan tebliğde bulunmuş, asla vazgeçmemiştir. Diğer peygamberler de aynı şekilde, tebliğde asla aceleci olmamış, her türlü eziyete rağmen insanlara gidip İslam’ı anlatmışlardır. En güzel örnek Hz. Muhammed(sav.) var karşımızda. Mekkelilerin her türlü eziyetine karşı, duruşunu bozmamış, tebliğden, nezaketten ve onlara iyi muameleden asla geri durmamıştır. Yollarına diken atan, başına toprak saçan insanlara hep güzellikle muamelede bulunmuş, beddua etmemiş, en iyi şekilde karşılık vermiştir. Bunun sonucunda da davası kısa sürede dünyanın dört bir yanına yayılmıştır. Kendisine düşman olan insanlar, o üstün ahlakın ve sabrın karşısında gün gelmiş, malını ve canını O’nun yolunda feda etmişlerdir. Bir Müslümanın da tutumu bu olmalı. Kötü huylara tahammül göstermeyi öğrendiğimiz zaman, nice gönüller fethedecek, nice kardeşlerimizin kurtuluşuna vesile olacağız. “İyilikle kötülük bir olmaz. Sen kötülüğü en güzel olan davranışla sav. O zaman bir de göreceksin ki seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, kesinlikle bir dost oluvermiş. Bu sonuca ancak sabırlı olanlar ulaşabilir, yine buna ancak erdemlerde büyük pay sahibi olanlar ulaşabilir.” (Fussilet/ 34-35) Rabbimizin bu ayetlerinde de anlaşıldığı gibi, gönül kazanmanın yegane yolu, bize acı gelen fakat çok tatlı meyveler veren sabır ağacını bol bol azim ile sulamaktır. Nasıl ki Rabbimiz bizden vazgeçmiyor ve ölüm anımıza kadar tövbe kapısını açık tutuyorsa O’nun davasının hamilleri olarak bizlerin de insanlardan çabuk vazgeçmememiz ve sonuna kadar mücadele etmemiz gerekir. Azim, sabır, tahammül, hüsn-ü zan ile yola revan olmak dileğiyle, vesselam...