• DOLAR 34.944
  • EURO 36.745
  • ALTIN 2979.98
  • ...

Almanya`da katıldığı bir etkinlikte konuşan Ahmet Türk “HDP olarak seçimlere gireceğiz. Bunca direnişe ve bedele rağmen barajı geçmezsek bu şehitlerimize yapılmış bir hakaret olarak alnımızda kara leke olarak duracaktır. Seçim barajına takılıp seçilmezsek de bu vebal devletindir. Bizler de kendi kaderimizi kendimiz tayin ederiz. Bundan sonrasını devlet düşünsün” dedi.

Geçmişte de birçok HDP/BDP`li buna benzer sözler söylemişlerdi. Nitekim 28 Aralık 2011 tarihinde Leyla Zana “Özerklik yetmez, kaderimizi tayin hakkı istiyoruz”. demişti.

21. yüzyılda uluslararası hukukta sembol kavramlardan birisi haline gelen kendi kaderini tayin etme hakkına, kendi hükümetlerini özgürce seçebilmelerine self determination denir. Self determination uluslararası alanda çok kullanılan bir terim olmasına rağmen içeriği konusunda özellikle devletlerin parçalanması korkusu nedeniyle, kesin bir uzlaşı bulunmuyor.

Bu hakkı önümüzdeki genel seçimler ve HDP`nin tavrıyla değerlendirirsek;

Türkiye`deki seçim sonuçları bilinmezlik taşımıyor. Seçmenin iradesini değiştirmek güç merkezlerinin yer değişmesine bağlıdır. Bundan dolayı seçim öncesi yapılan anketlerde sapma payı oldukça azdır.

Son seçimden bu yana HDP`nin oy artışını gerçekleştirecek ciddi anlamda siyasi bir değişiklik yaşanmadı. Hatta 6-7 Ekim olaylarında HDP`nin izlemiş olduğu şiddet siyaseti ve sosyalizmden Kemalizme dönüşü  HDP`nin oy kaybına neden olduğu da söylenebilir.

Tabi ki HDP`nin parti olarak seçime girmesi kendi seçmenine bir sinerji getirse de bu sinerji barajı aşabilecek nitelikte değildir.

Son iki seçimi HDP açısından kıstas olarak aldığımızda;

Sadece üç adayın girebildiği cumhurbaşkanlığı seçiminin koşulları ve dinamikleri farklı olduğundan dolayı Demirtaş`ın aldığı yaklaşık 4 milyona yakın oy oranı önümüzdeki genel seçimler için bize tek başına yol gösterici olmaz. Tek başına ölçüt olsa dahi yine barajı aşabilmesi için yaklaşık 1 milyon oy gerekir.

Asıl belirleyici ve kıstas olan 30 Mart 2014 yılında yapılan yerel seçimlerdir.

Bu seçim sonucuna baktığımızda; toplam seçmen 52,8 milyon, seçime katılan sayısı 46,7 milyon; geçerli oy sayısı 44,9 milyon; HDP ve BDP`nin oyu ise 2.7 milyon; seçime katılım oranı % 89; HDP ve  BDP`nin toplam oy oranı ise % 6,5`tir.

7 Haziran`da yapılacak genel seçime 56 milyonun üzerinde seçmen katılacak. Katılım oranı % 85 olarak aldığımızda ise yaklaşık 48 milyon civarında oy kullanımı olacaktır. Dolayısıyla HDP`nin % 10`luk barajı geçmesi için yerel seçimlerde aldığı oydan yaklaşık 2 katına yakın oy alması gerekir.

Aritmetik açıdan HDP`nin barajı geçmesi, mümkün görünmüyor. CHP küskünlerini, Alevileri, Türk sol grupları, marjinaleri hepsini HDP`ye oy verecekler arasında saysak dahi HDP`nin yine de en az 1 milyon oya ihtiyacı vardır ki şu anki siyasi dengelere göre bu oyu alması imkânsız.

İstatistiksel verilerden hareketle HDP barajı aşması neredeyse imkânsız ve muhtemel bu sonuçları HDP de görüyor. Buna rağmen seçime, parti yetkililerinin son dönemde söylediklerine bakılırsa HDP`nin asıl amaçları ortaya çıkıyor. Bu amaçları;

1- Öcalan-MİT arasında gerçekleştiği iddia edilen ittifak ve ittifaka bağlı olarak AK PARTİ`nin bütün millletvekilleri alarak anayasayı değiştirme gücüne eriştirilmek istenilmesi.  Dolayısıyla “ver özerkliği; al başkanlığı” söylemi hayata aktarılmaya çalışılacak... Nitekim hükümet üyelerinden de HDP`nin seçimlere parti olarak girmesini teşvik eden açıklamalar bu iddiaları güçlendirmekte.

2- Self determination ilkesini bir hak görerek “de facto” bir meclis kurmak istemesi… Haliyle böyle bir durum fiili bir özerkliğe yol açacak ve ülkenin kaosa sürüklemesine sebebiyet verecektir.

3- HDP, AB ve ABD`yi yanına ve arkasını alarak, barajın altında kaldığında ülkeyi doğudan başlamak üzere tamamen kaosa sürüklemeyi amaçlamakta. Böylelikle AK PARTİ`nin varlık nedeni olan ekonomik istikrar sarsılacak ve AK PARTİ`nin gitmesi sağlanabilecek.

amaçlar birbirine kısmen zıt görünse de HDP için her biri olabilir seçeneklerdir. Bu üç seçenek de HDP`nin amacıdır. Ayrıca ilk seçenek açısından AK PARTİ ile HDP birbirini kullanacak olup her biri amacını gerçekleştirmenin hesaplarını yapmakta.

Ancak HDP`nin self determination hakkı yoktur. Zira bu hakkı kullanması için uluslararası hukuka göre belli koşullar gerekir.

Birleşmiş Milletler Antlaşması`nda self-determinasyonun ilan edilmesi için sömürge, baskı yönetimi ya da demokratik temsil eksikliği gibi durumların olması gerekir. Bu koşulların kısmen de olduğunu kabul etsek dahi HDP`nin Kürt halkının ekseriyetini temsil etme hak ve yetkisi yoktur.

Zira Türkiye`deki Kürtlerin toplam nüfusu asgari olarak 15 milyon olarak alırsak ve bunun da 3 milyon seçmen olmadığı varsayımından hareketle en az 12 milyon Kürt seçmenin olduğu tespitinde bulunabiliriz. Son seçimde HDP ve BDP`nin aldığı oy ise 2.7 milyondur ki bunun içinde azımsanmayacak Türk seçmen de var. Dolayısıyla HDP en fazla ¼ Kürtün temsilcidir diyebiliriz. Kaldı ki HDP`ye oy verenlerin önemli bir kısmı da özerklik ya da bağımsızlık da istememekte.

Dolayısıyla “kendi kaderimizi tayin hakkı istiyoruz” söyleminin hiçbir dayanağı olmadığı açıkça görülüyor. Zira bu hakkın kullanılması için öncelikle siyasal olarak temsiliyet sorununun olmaması gerekir.  HDP`nin Kürt halkı açısından temsiliyet sorunu olup tek başına siyasi olarak Kürt halkını temsil etmiyor.