• DOLAR 34.312
  • EURO 37.22
  • ALTIN 3018.549
  • ...

01.06.2005 tarihinde yürürlüğe girdikleri halde sayısız değişikliğe uğrayan Türk Ceza Kanunu ve Ceza Muhakemesi Kanunu`nda yeni değişiklikler yapılması gündemde. Yürürlüğe girdiği tarihten bu yana TCK`da toplamda 158 değişiklik, CMK`da ise toplamda 90 değişiklik yapılmıştır. Komisyonda görüşülen teklifte her iki yasada çok önemli değişiklikler görülmekte.

Yapılacak yasa değişikliğinin gündeme gelmesinin nedeni kanun çıkarılması veya değiştirilmesi değildir. Tartışma konusu yapılan değişikliğin güvenlik ve özgürlük ikileminde dengenin güvenlik lehine bozulduğu iddiasıdır.  Toplumun ihtiyacı olduğu takdirde yasa değişikliklerin yapılması hatta mülga değişikliklerin tekrar yürürlüğe konulması doğaldır. Ancak bu yapılırken hukuk devleti içinde yapılması gerekir. 

Yapılacak değişikliklerin kapsamına bakıldığında asıl hedefin, devletin güvenlik hakkını sağlama dönük olduğu görülüyor. Kuvvetli şüphe yerine makul şüphe kavramının tekrardan getirilmesi, gözaltı süresinin uzatılması, önleyici gözaltının gelmesi, savunma hakkının kısıtlanması, arama ve el koyma, iletişimin dinlenilmesi gibi koruma tedbirlerinden geriye dönülmesi, kolluğun yetkilerinin artırılması vs. gibi. 

Yeni yasaların içeriğini sorgulamayacağım ama tartışmalara temel oluşturduğunu düşündüğüm güvenlik-özgürlük paradoksuna değinmek istiyorum. 

11 Eylül sonrası dünyadaki önemli tartışmalardan biri “özgürlük mü güvenlik mi” ikilemi etrafında yaşandı. Ülkemizde de terör ve şiddet olayları artığında bu tartışma gündeme gelmekte.

Özgürlük-güvenlik dengesi soğuk savaş yıllarından kalma bir dengedir. Hatta o dönemlerde bu iki kavram birbirleriyle ters orantılıydı. Ancak günümüzde bu kavramlar aynı yönde hareket eden kavramlar olup ters orantıdan doğru orantıya geçiş yapmışlardır. Zira özgürlük ve güvenlik dengesi birbirinin alternatifi değil; tamamlayıcısıdır.

“Özgürlük mü güvenlik mi?” ikilemi toplumsal korkuları meşrulaştırırken, yaşam hakkımızın tehdit altında olduğuna dair bir korkuyu hayatımıza sokarak yalnızca devletin güvenlik alana müdahalesine yol açıyor.  Tehdit ne olursa olsun daha fazla güven içinde olmamızın yolu özgürlüklerin kısıtlanması değil, genişletilmesidir. Bu hususta Benjamin Franklin: “Biraz güvenlik elde etmek için özgürlükten vazgeçebilenler ne özgürlüğü ne de güvenliği hak ederler” diyerek konuyu güzel bir şekilde ifade etmiştir.  Nitekim özgürlük ve güvenlik arasında bir seçim yoktur, biri bir diğerinin olmazsa olmazıdır. Hatta güvenlik kaygısı ileri götürüldüğünde sadece özgürlüğümüzü değil aynı zamanda güvenliğimizi de yitiririz. 

Özgürlük, güvenlik gibi konularda, standartlar bellidir, devletin ortaya çıkan konjonktürel gelişmeler karşısında yasama yetkisini keyfi kullanması olumsuz sonuçlar doğurur. Esasen devletin varlık sebebi güvenliktir. Devlet bunu yerine getirirken vatandaşlarından özgürlükleri aleyhine taviz isteyemez ve vatandaşıyla pazarlığa giremez. Düşmanla mücadelesi için fedakârlık isteyemez. 7 Ekimde başlayan terör ve şiddet olayları gerekçe gösterilerek toplumdan tabi özgürlük haklarının kısıtlanmasını isteyemez. Nitekim polisiye tedbiri artırarak şiddet olaylarının önüne geçmek mümkün değildir. 

Bununla birlikte şiddet ortamlarında insanlar özgürlüklerinden vazgeçmeye hazırdır ya da hazır hale getirilmiştir.  Vaat edilen güvenlik uğruna var olan özgürlüklerinden vazgeçmeye hazırdırlar. Devlet korku manipülasyonu oluşturarak kendi ulusal güvenlik alanı oluşturur. Nitekim bütün ulusal güvenlik rejimlerinin temeli, inşa edilen korku, tehdit algısı ve bunun yansımasıdır. 

Güvenlik ile özgürlük arasında bir denge vardır ve olması gerekir. Güvenliği ancak özgürlük pahasına ve özgürlüğü de güvenlik pahasına elde edebilir.  İnsanlar ancak güvenli bir ortamda kendini özgür hissedebilir ve özgürce hareket edebilirler.  Güvenliği özgürlük pahasına elde etmek durumunda değiliz, güvenlik özgürlüğü feda etmeden de artırılabilir. Kaldı ki, özgürlük feda edildiği halde daha fazla güvenlik elde edilemeyebilir. Özgürlükten fedakârlık etmenin güvenlik üzerinde olumsuz etkisi vardır. Esasen özgürlüğün olmadığı yerde kimse güvende değildir. Bununla birlikte ülkemizin içinde bulunduğu jeopolitik konumu da unutmamak ve jeopolitik konumu gereği bazı ek güvenlik tedbirlerinin alması hakkıdır. Buna ilişkin yasal düzenlemeler yapılırken hassaslığı elden bırakılmaması gerekir.