• DOLAR 34.652
  • EURO 36.425
  • ALTIN 2927.469
  • ...

Toplum mühendisliği, son dönemlerde sıkça kullanılan bir kavramdır. Toplumun yapısında değişiklik yapmak için insanların duygu, düşünce ve tepkilerini yönlendirebilmek, kontrol altında tutabilmek gibi amaçları vardır toplum mühendislerinin.

Toplum mühendisleri, son yıllarda insanları kitlesel bir şekilde istedikleri tarafa yönlendirebilmek için hakikatlerden uzak algılara başvurmaktadırlar. Bir algı bazen kolay oluşur, bazen uzun uğraşlar sonucunda oluşur. Kolay ya da zor, eğer bir algı oluşmuşsa bunun kırılması, değişmesi uzun bir zaman almaktadır. Bunun için bir sürece ihtiyaç vardır.   

Ortada bir gerçeklik varken toplum mühendisliği yapanlar kitlelere göstermek istediklerini öne çıkarır, göstermek istemediklerini ise gizlerler. Öyle ki kimi zaman toplum gizlenen hakikatlerden çok oluşturulmuş algılara inanmaktadır.

Algı manipülatörleri amaçlarına erişmek için birçok yol ve yönteme başvururlar. Fısıltı gazetesi yolu başvurulan yöntemlerden biridir. Bu yöntemle halk arasında kulaktan kulağa hakikatte gerçek olmayan bilgileri yayarlar. Ve böylece algılar oluşturarak amaçlarına ulaşmak isterler.

Aynı şekilde küresel anlamda dünyada egemen olan düşünce kuruluşları ve devlet yöneticileri tarafından da oluşturulan algılar vardır. Buna, 1990’lı yıllardan bu yana Avrupa’da var olan ve son 20 yıldır artan İslamofobi örneğini verebiliriz.

2001’de ABD’de yaşanan İkiz Kule saldırılarından sonra küresel manipülatörler baskın bir perspektifle İslami şiddetin sürekli arttığını iddia ederek toplumu istedikleri düşünceye yönlendirdiler. Bu saldırılardan sonra her fırsatta “İslam ve şiddeti” “Müslümanlar ve terörizmi” birlikte kullanarak hem bir algı oluşturdular, hem de bir korku paradigması meydana getirdiler.

Küresel güçler oluşan algılar ve korku paradigmasından aldıkları güçle İslam beldelerine yönelik saldırılar gerçekleştirdiler, 2003’te Irak’ı işgal ettiler. 2005’te Danimarka’da aşağılık karikatürler yayınladılar. 2007’de Hollanda’da açıkça Peygambere ve Kur’an’a hakaret eden “Fitne” adında kısa bir film yaptılar. 2009’da İsviçre’de minare yapmayı yasakladılar. Fransa’da tesettür aleyhinde uygulamalar başlattılar.

Avrupalıların bile asıl sebebini bilmediği bu haksız saldırı ve ithamlar, “İslamofobi” adı altında yapılmaktadır. Avrupa basının ve kimi manipülatörlerin oluşturduğu algılar neticesinde artan İslamofobi, her ne kadar 1991 yılında gündeme gelip 11 Eylül saldırılarından sonra tavan yapmışsa bile bu sorun, son 20 yılın sorunu değildir.

Hz. Peygamber daha hayattayken İslam’a karşı saldırılar olmuş, İslam’ı insanların gözünden ve gönlünden düşürmek, karalamak, Müslümanları barbar ve ilkel göstermek gibi pek çok şekille İslam karşıtlığı yapılmıştı. Yine, Hz. Peygamber daha hayattayken birçok iftira, hakaret ve ithamla karşılaşmıştı. Defalarca, İslam düşmanları tarafından öldürülmek istenmişti. Ancak her defasında Allah, O’nu korumuş ve İslam düşmanlarının suikastları akim kalmıştı.

İslam karşıtları o günlerden bu güne hala aziz İslam’a ve Peygamberine karşı saldırı, hakaret ve iftiralar yapmaktadır. İslam Peygamberi ve sahabeleri, İslam karşıtlarının saldırı, sabote ve iftiralarına karşı Allah’ın kelamına sıkıca sarılıp, emirlerini eksiksiz yerine getirdiklerinden dolayı İslam düşmanları başarısız olmuştu. Dolayısıyla bugünün Müslümanları da İslam karşıtlarının İslamofobi düşüncesine karşılık, İslam’a ve Kur’an’a sıkıca sarılmalı, dinin iyilik ve güzelliklerini yaymalı ve şartları zorlayarak Müslümanların vahdetini sağlamalıdırlar.

İslami vahdet sağlanmadan İslam karşıtlığı algısı ve İslamofobik saldırılar tam anlamıyla sona ermeyebilir, ancak eğer Müslümanlar arasında gerçek anlamda bir ittifak sağlanıp vahdet olursa İslam düşmanlarının Müslümanlara yönelik devam eden küresel saldırı ve baskıları sona erecek ve Müslümanlar rahat bir nefes alacaklardır.