• DOLAR 34.7
  • EURO 36.773
  • ALTIN 2961.86
  • ...

Savaşların, en çok kadın ve çocukları mağdur ettiği bir gerçektir. Tarih boyunca yaşanan savaşlarda sayısız mağduriyetler ve anı zamanda nice mazlumiyetler yaşanmıştır.

Savaşlar neticesinde milyonlarca insan memleketini, sevdiklerini, mal ve mülkünü geride bırakıp yeni bir umut ile yollara düşmüş, insan onuruna yaraşacak bir hayat sürme isteğiyle başka ülkelere sığınmak, göç etmek zorunda kalmıştır.

İnsanların göç etmelerini ve memleketlerini terk etmek zorunda kalmalarını gerektiren sebepler elbette sadece savaşlar değildir. Muhtelif sebeplerle birlikte fakirlik, açlık, yokluk ve yoksulluk da çoğu insanı mülteci konumuna düşürmüştür.

Zorunlu ve mücbir sebepler çoğu insanı yeni bir yolculuğa sevk etmiştir. Bundan sebep olsa gerek, bugüne değin mülteciler, göçmenler, muhacirler ya da memleketlerini terk etmek zorunda kalanlar ile ilgili çıkan haberlerde “umut yolculuğu” ifadesi sıklıkla kullanılmıştır.

2011 Mart’ında başlayan Suriye savaşından sonra Türkiye’ye gelmek zorunda kalan milyonlarca Suriyeli oldu. Türkiye’de bulunan Suriyeliler topluma karışarak hayata tutunmaya çalıştı. Kimi bir iş yerinde çalıştı, kimi kendi işini kurdu. Bundan daha doğal bir şey olabilir mi? Elbette hayır.

Ancak son dönemlerde kimi siyasi partiler ve bazı yerel yöneticiler Suriyeli, Afganlı mültecilerin topluma karışmalarını, toplum içinde gözükmelerini, bir yerlerde çalışmalarını, kendi işletmelerini kurarak mesleklerini icra etmelerini farklı yorumlayarak ortaya attıkları söylemler ve yaptıkları icraatlarla mültecileri, muhacirleri hedef haline getirdi.

Suriyeli ve Afganlıların hedef haline getirilmesine ve onlara yönelik başlatılan karalama kampanyalarına da maalesef destek veren çok kişi oldu.

Bazı siyasi parti yöneticileri tarafından söylenen sözler ve kimi belediye başkanlarının yabancılara yönelik aldıkları kararlar, şiddeti ve nefreti tetikledi.

Oluşturulan algılardan ve dile getirilen söylemlerden yola çıkarak, kendini bilmez ve insanlıktan nasibini tam anlamıyla alamamış kimi siyasetçilerin mültecilere yönelik söylem ve eylemlerinin karşılık bulacağı ön görülüyordu zaten.

Dikkat ederseniz son zamanlarda Suriye ve Afganlı muhacirlere yönelik asla tasvip edilmeyen ve kabul edilemeyecek olan sözler ve eylemler sıklıkla duyulmaya başlandı.

Su faturalarında ayrı fiyat tarifesi, nikâh kıymada TC uyruklu olmayanlara farklı şartlar, sokak ve caddelere asılan afişlerle oluşturulmak istenen nefret söylemi, bir kişinin yaptığı yanlıştan hepsini mesul tutma…

Kısa filmlerle karalama yapma, olumsuz reklamlar yayınlama, şiddeti tetikleyecek haber dili kullanma, sosyal medya aracılığıyla algılar oluşturma, yalan ve iftiralarla milliyetçilik üzerinden vatandaşı galeyana getirme…

Ve daha fazlası yapılarak toplum Suriyeli ve Afganlılara karşı dolduruluşa getirildi. Öyle ki nefret söylemi ve karalamalar fiziksel şiddeti beraberinde getirdi.

Kimi hadsiz bu karalamaların ve nefret kampanyalarının etkisi altında kalarak 70 yaşındaki Suriyeli bir teyzenin yüzüne tekme atacak duruma geldi. 

Dile getirilen nefret söylemleri, ortaya konan eylemler, alınan kararlar ve fiziki şiddete dönüşen davranışlar ırkçılık ve aynı zamanda düşmanlık değil de nedir?  

İnsan hakları ve mülteci haklarıyla alakalı çalışmalar yapan kuruluşlar başta olmak üzere hak ve hukuk söz konusu olduğunda mangalda kül bırakmayanların, ırkçılık ve ayrımcılık yapan siyasilere ve aldığı kararlarla uygulamalarında yabancılara ikinci insan muamelesi yapan belediyelere karşı neden sesleri çıkmamaktadır?

Kimi siyasilerin öncülüğünü yaptığı yabancı düşmanlığı toplumun birlikte yaşama kültürüne çok ciddi anlamda zararlar vermekle birlikte ırkçı davranışların ve nefret suçuna girecek söylemlerin normalleşmesine ve kanıksanmasına sebep olmaktadır.

Vicdanlı hiç kimse Suriyelilere karşı geliştirilen insanlık dışı söylem ve eylemleri kabul etmez, etmemelidir. Nefret barındıran sözler ve mültecilere karşı yapılan saldırılar ne ahlakidir, ne insanidir ne de İslamidir.

Ahlaki olmayan, adaletle bağdaşmayan, insan onuruna yakışmayan ve açıkça ırkçılık ve ayrımcılık üreten söylem ve eylemlere karşı gelmek, her vicdanlı ve hakkaniyetli vatandaşın görevidir.

Vicdanlı insanlar, son dönemlerde nefret söylemlerini artırarak yabancı düşmanlığını ve ayrımcılığı körükleyen kişi ve kesimlerin köhnemiş ırkçı zihniyetlerine karşı seslerini yükselterek ve onurlu bir duruş sergileyerek kendilerine yakışacak bir davranış ortaya koymalıdır.

Ve aynı zamanda bu kabul edilemez insanlık dışı ırkçı ve ayrımcı söylem ve eylemlerin toplum arasında yaygınlaşmasına ve zemin bulmasına öncülük eden siyasileri ve destekçilerini de gönüllerde mahkûm etmelidirler.