Asıl Gaye Dünya Olamaz
Cenab-ı Allah cenneti yarattığı zaman Cebrail aleyhisselâma dedi ki: “Git de onu gör, seyreyle!”
Cebrail gitti, ona baktı, sonra geldi ve dedi ki: “Yâ Rabbi! Senin izzetin hakkı için and olsun ki kim bunu duyarsa gayretlenir, çalışır, muhakkak gelir, buraya girer.”
Sonra Allah cennetin etrafını nefse hoş gelmeyecek şeylerle çepeçevre çevirdi, sonra da; “Ey Cebrail! Git ona bir daha bak!” diye buyurdu.
Gitti, baktı sonra gelip dedi ki: “Yâ Rabbi! Senin izzetin hakkı için and olsun ki şimdi korktum ki ona hiçbir kimse gelip giremeyecek!”
Aynı şekilde Allah cehennemi yaratınca, buyurdu ki: “Ey Cebrail! Git de ona bir bak!”
Cebrail gitti onu seyretti, sonra gelip dedi ki: “Yâ Rabbi! Senin izzetin hakkı için and olsun ki mümkün değil, bir kimse bunu duysun da buna girsin (korunur, asla girmez).”
Allah bundan sonra cehennemin etrafını nefsin çok arzu edeceği, çekici zevklerle, şehevi arzularla donattı ve buyurdu ki: “Ey Cebrail! Git de cehenneme bir kere daha bak!”
Cebrail gidip baktı, insanların nefislerine uyup, bu zevkli ama günahı çok şeylere muhakkak kapılacaklarını sezdi ve dedi ki: “Yâ Rabbi! Senin izzetin hakkı için and olsun ki şimdi korktum ki cehenneme girmeyecek hiçbir kimse kalmaz! Hepsi içine düşer.” (Ebu Davud, Sünnet 25, (4744); Tirmizi, Cennet 21, (2563); Nesai, Eyman 3, (7, 3)
Eğer insan cenneti görmüş olsaydı, cennetin güzelliklerine şahit olmuş olsaydı, tüm benliğiyle oraya girmeyi arzular ve bunun için gece gündüz mücadele ederdi.
Aynı şekilde eğer cehennemin yakıcılığını, dehşetini görmüş olsaydı, cehenneme girenin yaşadığı acıya ve azaba şahit olsaydı, oraya girmemek için kulluk vazifesini eksiksiz yerine getirir ve hayatı boyunca Allah’ın aziz davasına hizmet ederdi.
Durum böyle iken, cennet ve cehennem hakikati ortada iken insanın ahireti için dünyasını feda etmesi düşünülebilir mi?
Aslında insanın ahiretini dünyaya feda etmemesi gerekir ancak günümüzde yaşananlar bunun tersi olduğunu ortaya koyuyor.
Aziz İslam’ın yeryüzünde hâkim olması ve Hz. Peygamber (sav)’in sünnetinin ve güzel ahlakının toplum tarafından bilinmesi ve benimsenmesi için mücadele etmesi gereken insan (azı müstesna) bunun tam tersini yapıyor. Bu durumun her insanı düşündürtmesi gerekmez mi?
İnsan neye ve kime hizmet ettiğini bilmelidir. Ne için çalıştığını ve neyi hedeflediğini bilmeyen insanın çalışmalarında ilahi rızaya ulaşması düşünülebilir mi?
Her insanın bir gayesi vardır, her insanın hayatta öncelikleri ve vazgeçemeyeceği hususlar vardır. Ve yine aynı şekilde her insan mutlaka bir amaca, bir ideale hizmet etmektedir.
Şu bir gerçek ki, hizmetlerin en güzeli Allah’ın davası için yapılan hizmettir. Hedeflerin en anlamlısı rıza-ı ilahiye ulaştıracak hedeftir. İnsanın bu mülahazayla hayatı idame ettirmesi gerekir.
Hayata Müslümanca bakan, İslam’ı ölçü alarak yaşamını sürdüren insanın asıl gayesi dünya olamaz. Yazarın dediği gibi, “Dünyadaki en büyük amaç bile küçük hükmündedir. Çünkü fanidir, geçicidir. Bu tam anlamıyla idrak edileydi insanlar bütün zamanlarını hizmette harcardı.”
Rabbim bu şuura sahip olmayı hepimize nasip etsin.