`Saldım çayıra Mevlam kayıra`, mı?..
Bismihi Teâla
Eğitim kurumlarında milyonlarca öğrenci öğrenime devam etmektedir. İlk, orta ve yükseköğrenime devam eden öğrenci sayısı 80 milyonluk Türkiye nüfusunun neredeyse üçte birlik kısmını teşkil etmektedir. Talim ve terbiyeye direkt muhatap olan bu nüfus, öyle baştan sağma türü şeylerle değerlendirilebilir mi? Eğitim kurumlarına göndermekle sorumluluğumuz biter mi? Ya da resmi(devlet), özel okullara göndermekle yükümlülüğümüz kalkar mı?
Birey için en köklü, en nezih ortam şüphesiz ki aile mektebidir. Çorak toprağa düşen ilk yağmur ne kadar da önemli değil mi… ya da bahar yağmuru… Ki genellikle nisan yağmuru rahmet diye adlandırılır nebatat için, tabiat için… Can simidi hüviyeti taşır… Nisan ayı yağışsız geçtiğinde genellikle o yıl, bitkiler bodur ve sağlıksız olur. İşte aile ortamında bireye zamanında verilmeyen eğitimin karşılığı da vahim olmakta ve telafisi güç durumlar doğurmaktadır. Sonuçta ne ekilirse o biçilir…
Günümüzde birey artık 3 yaşından itibaren aile ocağından çıkartılıp; kreş, çocuk yuvaları, çocuk bakımevi, anaokulları gibi resmi ve özel eğitim kurumlarında gözünü açmaktadır. Ebeveynlerini tam tanımadan dış çevreye itilmektedir anlaşılan. Daha 6 yaşına girmeyen çocuğun, okul öncesi olarak bu ortamlarla tanışması büyük bir marifet olarak görülmektedir. Anne ve babanın veremediğini ancak mesai saatlerinde görevlendirilmiş görevlilerce ne kadar verilecek? Hükümet bu vahameti görmüş olmalı ki; çalışan ailelere çocuk bakıcılığı için büyükanne gibi 1. dereceden bir yakınına teslim etme gibi bir iyileştirmeyi gündeme getirdi. Ne kadar tutar o da meçhul…
Birey, temel eğitimine başladığı andan itibaren ciddi bir sosyal alana adım atmış oluyor. Zira günün büyük bir bölümünü okullarda geçiriyor. Diğer bir deyişle günün çeyrek bölümünü bu mekânlarda geçirmektedir. Dolayısıyla birey evden çıktığı andan itibaren bir koşuşturma içine giriyor. Servis aracında karşılaştığı atmosferi, okul, sınıf ortamı takip eder…
Ebeveynler olarak çocuğumuzu teslim ettiğimiz servis şoföründen tutun, sınıf öğretmeni, okul idaresine kadar olan birimleri yeterince tanıdığımızı söyleyebilir miyiz? Çocuğumuzun serviste dinlediği müziği, oturma düzenine kadar olan şeyleri sorgulamamız gerekmez mi? Bazen basit diye gördüğümüz nice şeylerin sonradan büyük felaketlere dönüştüğü olmuyor mu?
Kısacası evladımız eve geldiğinde onunla okul günlüğüne ilişkin sohbet havası her daim olmalıdır. Bu, sofra esnasında olduğu gibi çay faslında da olabilir. Özellikle sınıf öğretmeniyle diyaloğumuz sürekli olmalıdır. Zira çocuğumuzu teslim ettiğimiz kimselerle birlikte yetiştiriyoruz. Bu bağlamda ev-okul eşgüdümü büyük önem arz etmektedir. Yani okulu her şey görmek çok sakat bir anlayıştır.
Orta öğrenimde birey, genel olarak pek çok öğretmenle yüzleşmekte olup; akademik olarak pek çok ders öğretmeni ile etkileşim içerisindedir. Ebeveynler olarak çocuğumuzun derslerine giren tüm öğretmenleri tanımak durumundayız. Sınıf öğretmeniyle diyaloğumuz canlı olmalıdır. Öz veriliğine inandığımız bir öğretmene, çocuğumuzun hal ve vaziyetini gözlemleme ricasında bulunulabilir. Bu dönem okul dışı çetelere, zararlı alışkanlıklara bulaşma eğilimi olduğundan çok dikkatli olunmalıdır. Özellikle okul idaresini bu konuda -varsa bir zafiyetleri- daha duyarlı olmasına katkıda bulunulmalıdır. Emniyet görevlilerinin bu konuda görevlerini daha titizlikle yapmaları istenmelidir. Zira bu evlatlar bizim, bu eğitim mekânları bizim. Yani vatandaşın. Devlet görevlileri halkın vergileriyle çalışan memurlardır. Varsa bir aksaklık bizlerin katkısıyla, duyarlılığıyla sorunlar, makul çözme yollarıyla gidermede pay sahibi olmalıyız.
Yükseköğrenimde birey, ergenliğin zirvesini yaşar. İkamet ettiği şehirde okuduğu gibi komşu ilde ya da farklı bir yerde okuyan bir üniversite öğrencisidir artık. Kendini kanıtlama, gençliğin heyecanı etkindir. 2-3 hafta önce hayır ve ilmi çalışmalarda etkin bir din görevlisi, bir âlimimiz okulların başlamasıyla birlikte ebeveynlere hitaben bazı hatırlatmalarda bulundu. Manzaranın korkunçluğunu bir tebliğci misyonuyla dile getirdi. Evet ebeveynler olarak çocuğumuzun öğrenimine verdiğimiz destek, manevi öğrenimi, eğitimi için verdik mi ya da veriyor muyuz?! Gerçekten de gençliğin hali bizi ciddi ciddi endişelendirmiyor mu?..
Fikirden yoksun, tutarlı bir dünya görüşünden uzak, adeta teknoloji bağımlısı ve hayâ damarları çatlatılan bir nesille karşı karşıyayız… Onun için ilahiyatçı akademisyenin dedikleri bizleri ürkütmelidir.
Dini söylemlerden rahatsız olan zihniyet güruhu, çukur medya ağıyla hocamızın söylediklerini cımbızlayarak öfkelerini kan kustular. Hakikatlerle yüzleşmek istemeyen bu irade sahipleri, konuştukça batırıyorlar... Hani bir ara adalet kurultayı(!) sırasında Çanakkale ilimizde sarhoş haliyle etrafla çatışan bir milletvekili(!) gündeme gelmişti.
"Alkol içmek suç, günah değil. Siz kimin yaşam biçimine baskı yapıyorsunuz? Alkol içmek benim gözümde sosyal bir aktivitedir." diye isyan etmişti ya...
İşte resim bu, çağdaşlık adına haramı helal, helalı haram yapan zihniyet!!!
Haram, helalı içeren hayat kitabı olan Kur`an-ı Mübin`in ‘`Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi ateşten koruyun ki onun yakıtı insanlar ve taşlardır; üzerinde oldukça sert, güçlü melekler vardır. Allah kendilerine neyi emretmişse ona isyan etmezler ve emredildiklerini yerine getirirler.``(Tahrim,6) öğüdü hayat düsturumuz olsun.
Kalın sağlıcakla…