18 Yıl Önce Yaşadığımız Afet ve Düşündürdükleri..
Bismihi Teâlâ
17 ağustos 1999 sanki mini bir kıyamet… Yer yerinden oynamıştı adeta... Kocaman bir yerleşim alanı bir anda tarihten silinmişti... Uyuyan insanlar rüya ile ölüm arasında büyük gelgitler yaşıyordu...
Kimisi bir daha uyanmamak adına ölüm uykusuna düşmüş, kimisi inançla tutunuyordu imtihanın meşakkatli türüne...
Türkiye'de son yılların en ürkütücü hadiselerinden birisinin üzerinden geriye bakıldığında 18 yıl geçti. Bu olayın her seneyi devriyesi vaki olduğunda gündeme gelmektedir. Tabii ki Türkiye'de sadece bir örneğini yaşadığımız bu olay, malumunuz ''Marmara Depremi'',''Gölcük Depremi'','İzmit Depremi'' gibi isimlerle kayıtlara geçmiştir. İsmi ne olursa olsun, hangi mecraya çekilirse çekilsin bunun asıl ismi ''Afettir''. Bu afet yaşandığında o sıralar ünv. son sınıf öğrencisiydim. O zamanlar medyada çok garip şeyler söyleniyordu. İddiaya göre; ''17 ağustos depremi doğal olmayan yollarla gerçekleşmiş...
Kimine göre Ruslar bomba patlatmıştı ve bu da depreme neden olmuştu. Kimileri de Yugoslavya'ya atılan bombaların yer kabuğunun dengesini bozması sebebiyle depremin gerçekleştiğini söylüyordu. Hatta bazılarına göre bu işi PKK bile yapmış olabilirdi. Kimi de bunun başka bir terörist örgütün işi olduğunu veya uzay araştırmalarının bir parçası olduğunu söylüyordu.''
Hatta bu teoriler daha ileri bir mecraya çekilerek; ''feature times'da yayınlanan araştırma dizisinde yer alan senaryo aynen şöyle: San andreas fay hattında meydana gelebilecek büyük depremin amerikan ekonomisinin çok büyük zarar vereceğini bilen ABD, yer kabuğundaki değişimleri izleyerek daha deprem oluşmadan tektonik katmanlar arasında artan basıncı değişik noktalardan patlatıp boşaltarak büyük depremi küçük depremler haline dönüştür menin yolunu bulmuştu...''
Daha neler neler... Yeryüzünde terör estiren şer odaklar güya yer altında da hüküm sürüyormuş, türünden şirk kokan anlayışlar, inanışlar... Zavallı insan komplo teorileri üretmede mahirdir.
Evet, sadete gelecek olursak, 1999 yılının 17 Ağustosunun sabahına karşı cereyan eden bu afet acaba o gün bize neler düşündürdü? Bu gün neler düşündürüyor?
Gerek o gün gerek sonraki zamanlarda her gündeme getirildiğinde daha çok gözler önüne serilen film genelde hep aynıdır. Yıkılan evler, harap olan yapılar, ölen canlar, yaralanan bedenler...
Çarpık yapılar, hırsız müteahitler, liyakatsız idareciler...
Deprem kuşağındaki konum, eğitimsizlik, ihmaller... türünden tartışmalar, ezber söylemler alıp başını gider. Yani film hep baştan aşağı sarmal bir döngü biçiminde çalar durur.
Ardından dramatik anılar... kaybedilenlerin vermiş olduğu üzüntü ve acılar...
O afetin travmatik şokuyla halen nefes alıp verenler... Medyaya yansıyanlar, belgesellere konu olan veriler hayatın içinden yaşanan kesitlerdir. Bu yönüyle bu tür zahiri esbabı, cereyan eden durumları yadırgayacak değiliz.
İşin değişmeyen yüzü; bu afeti yakından yaşayan kişiler, buna şahit olanlar ve o anı teknolojinin vermiş olduğu kolaylıklarla bu gün müşahede eden kimseler, akıl sahibi alan bizler, bu afet karşısındaki acizliğimizi, çaresizliğimizi görüyor muyuz?...
Cüzi iradenin üstünde külli bir iradenin varlığını düşünüyor muyuz?.. Afetlerin altında yatan uyarıyı, mesajı hissemize alma basiretini gösteriyor muyuz?..
Hani afette sağ kurtulanların göremedikleri yakınlarına karşı duydukları çaresizlik, o çığlıklar halen yürekleri sızlatmıyor mu?.. Göçük altında ölümle kalım arasında gidip gelenlere yardım elini uzatanların derinlere, karanlığa seslenişi: "Sesimi duyan var mı?"
İnsanın sağa sola olan çırpınışları ve tükenmişliğin portresi, insanın kendisine bir şeyler düşündürtmeyecek mi?.. 45 saniyelik kısa bir yersarsıntısıyla birlikte gördük ki bir kaç saniyede insan her şeyini (eşini, dostunu, annesini, babasını, çocuğunu, evini, ailesini, arabasını ve hatta kolunu ve bacağını ...) kaybedebiliyor. Yani çok uzak olarak gördüğümüz ölüm, aslında bizlere pek de yakınmış değil mi? Bu bazen ölüm uykusunda, bazen ayakta, bazen havada, bazen suda, bazen türlü türlü afetlerde.
Yaşanan bu tür umumi afetlerde(deprem, tsunami...) acaba insanın/toplumun kendi elleriyle başka bir deyişle yapıp ettiklerinin bir sonucu olarak tezahür etmiyor mu?.. İşlenen cürümler, sınır tanımayan kebairler, tecavüzler, zulümler, katliamlar vs. yerin altını gazaba getiriyor olmasın mı?! Ya da gökyüzünü hiddetlendiriyor olmasın mı?! Bu itirazlar ta Arşı alaya yükselmiyor mu? Evet, Rahman'a dokunuyor dostlar Rahman'a!!! Ey gafil nefis! ve bu nefsi taşıyan bizler! ilahi söze kulak kabartmalı ve teffekür etmeli: ''Yer o yaman sarsıntı ile sarsıldığı, yer, içindeki ağırlıkları çıkarıp dışarı attığı ve insan: "Ona ne oluyor?" dediği zaman. O gün yer, Rabbinin ona vahyetmesiyle haberlerini anlatacaktır. O gün insanlar, amellerinin karşılığı kendilerine gösterilmek üzere bölük bölük kalkacaklardır. Her kim zerre kadar hayır işlemişse onu görecektir. Her kim, zerre kadar şer işlemişse onu görecektir.''(Zilzal suresi) ve bu minvalde yüzlerce uyarıyı önemsemeli.
Bu vesileyle 17 ağustos depreminde yaşamını yitirenlere Allah(c.c) rahmet eylesin. Yakınlarına, yaralanıp da yaşamını idame edenlere sabır ve güç versin.
Sağlıcakla kalınız...