Ölüme çare var mı?..
Bismi Teâlâ;
Doğrusu bu yazıyı yazmayı planlamamıştım. Bir yakınımın vefatı bu yazıyı yazmaya sevk etti.
Ölüm, fâni âlemden baki âleme geçiş… Her canlının kendini almaktan kudret yetiremediği şey… Kadın erkek, zengin fakir, yaşlı genç herkese uğrayan hakikatler yumağı… Evrensel bir adalettir ölüm gerçeği.
En büyük nasihat olarak görülen ölümden hissemize düşeni alıyor muyuz?
Ölüm hakikati karşısında müspet yönde hayatımızda değişiklikler yaşanıyor mu?
Gafletten bizi uyandırıyor mu…? Tefekkür kapılarını açıyor mu…? En önemlisi ölümden sonraki hayata azık temin etmeye sevk ediyor mu…? Bu gibi soruları kendimize sorduğumuzda acaba kendimizi nasıl görürüz? Karnemiz nasıl olur…?
Yeryüzüne talim terbiye görmek/gördürmek için yaratana abd, asker olmak gayesiyle yeryüzüne geldin ey insan!
Yirmi, otuz, kırk, elli, altmış, yetmiş, seksen yıl rû-i zeminde seyrangâhı temaşa eden ey biçare nefis!
Etrafına bir bak, beyin jimnastiği yap, dakika tut, tesbihi al eline ve say bakalım: Gördüklerin, konuştukların, cismini göz önüne getirebileceğin kişiler… Bu dünyadan gidenlerin ne kadar da çok olduğunu göreceksin. En yakın akrabalarından başla, mesela annen, baban, deden, ninen, eş, evlat, amca, dayı… vs. Hani nerede gidenler?
Kabirler, kabristanlar bir şeyler çağrıştırmıyor mu? Taziyelerde yaşananlar ve oluşan manzara… Yakın uzak olanlar, akraba komşularla yaşanan bu yoğunluk bir şey ifade etmiyor mu? Başka bir deyişle Türkiye`nin farklı mekânlarında hatta Dünya`nın farklı yerlerinde nefes almakta olan kişilerin bir ölüm hadisesiyle bir araya gelmeleri, ölümden sonraki dirilişin ufak çapta bir işareti olarak düşünülemez mi?
Mezarları ziyaret etmek sadece bir Fatiha, Yasin-i şerifleri okumak ya da duygusal bir an yaşamaktan ibaret mi görmeli yoksa ibret, nasihat nazarıyla mı bakmalı?
Merhumu gömüp hüzün, acı, dua… gibi duygu ve hislerle geri dönmekten başka elden bir şey gelir mi? Merhumun arkasından malı, mülkü, akrabası, eşi, dostu gibi mevcut haliyle dünyaya ait ne varsa geri dönüşüne şahit olmuyor muyuz?
Merhumun amelinden başka her şeyin dünyaya ait oluşunu canlı olarak görmekteyiz. O halde asıl olan akraba, mal, mülk gibi insana sevimli gelen dünyaya ait olan şeyler mi; yoksa ölümle birlikte bizle gelen salih amellerimiz mi daha ehemmiyetli?
Kısacası ölüm belgesiyle dâr-ı faniden dâr-ı bekaya geçen bir hakikati yaşar insan. Aslında Dünya yükünden paydosun nimetini yaşar bir bakıma. Merhum, ameli ve maddi olarak da bir iki metrelik kumaş parçasıyla berzah âlemine adım atmakta. Yani başka bir hayata göçmekte.
İşte Resul-i Ekrem`in buyurduğu ‘`nasihat istiyorsan ölüm sana yeter`` buyruğunu gündemimize ne kadar alıyoruz. “Lezzetleri tahrip edip acılaştıran ölümü çok zikrediniz” dersi rabıtayı ne kadar anıyoruz?
Peygamber Efendimizin cennet yavrucaklarının vefatları sırasında gözlerinden yaşlar akar. Sahabeler kendisine ‘`Ya resullullah siz de mi ağlıyorsunuz`` diye sorunca Allah resulü ‘`Evet. Ölüm karşısında göz yaşarır, kalp mahzun olur.`` diye hikmetli mesajlar verir. Zira ölüme, ölümlere göz şahittir. Dolayısıyla meftunun gidişine, ayrılışına hüzünlenir. Şahit olduğu bu küçük kıyamet karşısında yaşlar dökerek halini ortaya koyar. İç âlemde merkez konumunda olan kalp de mahzun olur. Bu hali tasdik eder adeta.
Bir İslam âlimi ne güzel buyuruyor: ‘`Evet, ölümü düşünen, hubb-u dünyadan(dünya sevgisi) kurtulur ve ahiretine ciddî çalışır.`` Bizler yani şu anda nefes alan ruh sahiplerinin bu öğüdü düstur etmeye ihtiyacı yok mu dersiniz…?
Sözün özü ölüm öldürmekle ölmüyor. Ölüme çare bulsaydı beşer, Lokman-ı Hekim bulurdu.
Rabbim tüm ölmüşlerimize rahmetiyle muamele etsin. Kabirlerini cennet bahçelerinden bir bahçe eylesin. Bizlere de hayırlı ölümler bahşeylesin. Sonumuzu ve akıbetimizi hayretsin. Ölümü anıp da diri yaşayanlardan eylesin. Kalbi ölenlerden eylemesin…
Sağlıkça kalınız.