• DOLAR 34.563
  • EURO 36
  • ALTIN 2993.06
  • ...

Bismihi Teâlâ                                                                                                

   Bundan 21 yıl evvel bu topraklarda kış bir başka yaşandıydı. Hani kışın zemheri türü var ya… İşte bu zemheriden biri… Sert ve bir o kadar da katı esiyordu şubat rüzgârları memleketimizde. Bazen, hamsin zemheriden daha sert olduğunu derdi rahmetli annem.

  Devrin zalimleri ahdetmişlerdi, hem de tüm benlikleriyle. Öyle bir kin, öyle bir hışımla saldırıya geçmişlerdi ki şımarık bir edayla; asırları bulan zaferleri düşlüyorlardı bu zihniyetin zavallı müntesipleri. Onlara göre bu despotizmin adı “post modern” yani öze dönüş eylemidir. Öyle kadim değerlere bir dönüş değil, dine ve dini değerlere asla geçit veremeyecek kadar katı bir irade ortaya konuluyordu. Dine ait ne varsa yok edilmeliydi, dini bütün kimseler, sosyal, iktisadi ve devlet kadrolardan tecrit edilmeliydiler. Açık bir deyişle dine karşı amansız bir savaş açılmıştı. Bunun için ne varsa seferber ediliyordu.

  Yaşı en az 40 civarında olanlar bu mezalimi çok iyi hatırlarlar. Bir siyasi partimizin yöneticisinin geçen gün dile getirdiği gibi, halkın oylarıyla devlet yönetimini ele alan Erbakan Hükümeti derdest edilerek meşru hakkı elinden alınarak gasp edilmedi mi? Üniversite kapılarında gerek başlarındaki örtüye el uzatılarak ve gerekse akademisyenler tarafından ikna odalarında yoğun tehditlerle genç kızlarımızın öğrenim hakları ellerinden alınmadı mı? Daha gençliğin baharındayken gencecik fidanlar İslami kimliklerinden ötürü yıllarca hapishanelerde mahpus bırakılarak gençlikleri gasp edilmedi mi?.. Yani her hadise bir dram ve despotizmin birer örneği.

  97`den bu yana bu zulümden dolayı çok şey konuşuldu, çok şey yazıldı fakat kimi mağdurlar için halen adalet yerini bul(a)madı maalesef. Siyasiler her defasında bu zulmü dile getiriyor hatta telin de ediyor. Kimi mağduriyetlerin çözümüne gelince tık yok. FETO darbesiyle birlikte devlet içindeki hinliklerin, şeytanlıkların, yargı mensuplarının masa başında hazırladıkları dosyalar ve verdikleri kararların gün gibi aşikâr bir hale geldiği ortadayken bu çifte standartlıkların izahı nedir peki?

   Devlet erkânının başı ki kendileri de bir bakıma 28 Şubat mağduru, zira haksız şekilde yarım yıl mahpus kaldılar. Bir konuşmasında ‘`Ne yazık ki 5 yıl, 10 yıl, 15 yıl hapishanelerde çürüyen vatandaşlarımız var.`` diye bir mağduriyeti dile getirdi. El hak doğrudur. Hatta çeyrek asırdır cezaevlerinde olanlar da var. Zaten mağdurzadeleri STK`lar sürekli gündeme getirmelerine rağmen, tekrar yargılanmaları için maalesef somut bir adım atılmış değil. Vallahi bunun vebali çok ağırdır. ‘`Mazlumun ahı, indirir şahı``…

  Peki, vatandaş mı şikâyet etmeli yoksa devlet yöneticileri mi? Başka deyişle haksızı, haksızlığın giderilmesi vatandaş mı yöneticilerden isteyecek yoksa adaleti tesis etmekle yükümlü olan kimseler mi? İşte böyle bir ironiyle karşı karşıyayız.

  Zulümle abad olunmaz diye bir darb-ı mesel var. Zulmün müntesiplerinin kimileri belki bu fani dünyada geçici bir saltanat sürdü fakat cürümlerinin yargılanmaları Mahkemeyi Kübra`ya kaldı. Zira büyük davalar büyük mahkemelerde görülmüyor mu?

Kürtçe de bir deyim var,Xwedê dirêj diké, lê ji bîr naké(Allah-c.c- uzatır, fakat unutmaz)

Hayatta kalanlar için ‘`Tövbeyi Nasuh`` etmekten başka bir çıkış yolu var mı? Ya da kendilerini affettirmek için Hakk`a iltica etmeleri gerekmez mi?

  Tüm bu realiteler ortadayken mağduriyetler halen giderilmiyorsa, görmemezlikten geliniyorsa, sağır sultan bile duydu halen –duymamazlıktan- geliniyorsa tüm bu tutum ve tavırlar zulmün bir çeşidi değil midir?

Kalın sağlıcakla…