• DOLAR 34.388
  • EURO 36.852
  • ALTIN 2968.442
  • ...

LYS 1, 2, 3 derken sonuncusu geçen hafta pazar günü yapıldı. Ben de bir saat öncesinden bir yakınımı sınav merkezine götürdüm ve pek çok veli gibi birkaç saat okulun bahçesinde sınav süresinin dolmasını bekledim.

İşimiz yazmak olunca gözlem yapmak kaçınılmaz oluyor tabii. Envai çeşit insan var bekleşenler arasında: Yasin okuyanlar, tespih çekenler, dua edenler, gazete-kitap okuyanlar, boşluğa bakıp dalanlar…

Benim dikkatimi özellikle kapalı anneler ve açık kızları çekti. Öyle üç beş değil, kahir ekseriyete sahip sayısal olarak. Evet, pek çok kadın kapalı, hatta öyle geleneksel veya modernist diyebileceğimiz bir örtü tarzı da değil. Pardösü ile omuzlara kadar sarkan başörtüsü ile tesettürlü annelerimiz, ama kızlar üst baş açık. Çoğu dar kesim kot pantolon üzerine kolsuz bir penye giyinmiş…

Herkesin giyim kuşamı elbette kendisini ilgilendirir. Bu satırların yazarı, bireysel tercihlere saygı duyar. Lakin benim bu yazıda üzerinde durmak istediğim nokta, kapalı annelerin açık kızları paradoksu.

On beş yıllık muhafazakâr iktidar dönemi birçok şey getirdiği gibi birçok şey de götürdü Müslümanlardan gibi geliyor bana: samimiyet, ihlas, tesettür, kadın-erkek adabı…

1990`lı yıllarda seküler hayat tarzına sahip ailelerin kızları üniversitede okurken mütedeyyin insanlarımızdan, bacılarımızdan etkilenir, tesettüre bürünür, sadece 28 Şubat`ın despot devlet zihniyetine karşı değil, aynı zamanda öz anne-babalarına karşı da mücadele vermek zorunda kalırlardı.

Oysa günümüzde tam tersi bir durum yaşanıyor sanırım. Artık anne-babalar, cemaatler, İslami STK`lar, dâr-ı İslam-ı hakikide yaşadığımız düşüncesinden hareketle her işi, çocuklarımızın İslami eğitim ve terbiyesini de, hükümete havale ettiklerinden özbeöz çocuklarımızı, gençlerimizi, kızlarımızı kaybetme noktasına sürükleniyoruz ne yazık ki. Dindar bir nesil/gençlik söylemi gök kubbede hoş bir seda olarak kulaklarımıza çarpıp hava boşluğunda kaybolup gidiyor.

Kanaatimce dindar bir nesil, çocuklarını göndermedikleri halde siyasi iradeye yaranmak adına valilerin İHL açma yarışına girmesi ile, Kur`an-ı Kerim ve siyer derslerinin devlet eliyle seçmeli/zorunlu ders olarak verilmesi ile olmuyor, olmaz.

Evet, siyasi irade İslami camiaların tahayyülünün de ötesini hayata geçirdi, hakkını teslim etmek lazım. İslami kesim, üniversitede başörtüsü serbest olsun mücadelesinde iken İktidar her yerde serbest, dedi. İslami kesim, yazın camilerde Kur`an dersi olsun derdinde iken İktidar 7x24 dedi adeta.

Üzülerek ifade edeyim ki siyasi irade çok şey yaptı dostlar, ama STK`lar parsel yarışına girdiğinden midir, başka bir sebepten midir, ufkunu kaybetti. Siyasetin çok çok önünde olması gereken sivil toplum çoğu zaman siyasetin gerisinde, gölgesinde kaldı. Siyasilere ufuk açması gereken sivil toplum siyasetin ufkunu dillendirmek dışında pek bir şey yapamadı. Ve bugün Cihan Aktaş`ın “Bacıdan Bayana” kitabında ifade ettiği gibi zihinsel bir yozlaşma içerisindeyiz. Öyle bir yozlaşma ki Akif Emre son birkaç yazısında bu acı durumu dile getirdi ve gözleri açık gitti merhum.

Ne yazık ki artık tesettürlü annelerimizin açık, hatta dekolte giyinen, kafelerde kızlı erkekli muhabbet(!) ortamlarına dahil olan kızları var. Erkeklerin de İslami yaşam tarzından uzaklaşma anlamında kızlarımızdan daha ilerde olduğunu söylememe bilmem gerek var mı?

İslami camiaların zaman kaybetmeden öze dönmeleri, silkinip toparlanmaları lazım. İktidarın yaptıkları takdire şayan, ancak neslimizin eğitimi sadece devlet kurumlarına bırakılamaz. 80`li 90`lı yılların o arı kovanı gibi faaliyette bulunan camilerimizi, kitabevlerimizi, yanlarına yeni kurumlarımızı da koyarak daha aktif hale getirmemiz gerekiyor.

Değişmeyen tek şey değişmektir, elbette ki değişim kaçınılmaz. Gerek genel İslami düşüncede gerek konumuz bağlamında tesettürde 80`li 90`lı yıllar tıpatıp yaşansın demiyorum. Selefi bir anlayışla herkes sakalla, cüppeyle, kara çarşafla gezsin de demiyorum. Ancak anne-babaların çocuklarına bırakacakları en güzel mirasın İslam ahlakı olduğu gerçeğini hatırlarında tutmaları gerek diye düşünüyorum.  

Not: 26 Haziran Pazartesi günü editör hatası nedeniyle köşemde Mehmet Nazifoğlu`na ait “Susa: Cennete Açılan Kapı” makalesi sehven benim adıma yayımlanmıştır. Bu nedenle gerek yazar arkadaşımızdan gerek okuyucularımızdan şahsım adına özür dilerim.