Akraba siyaseti
Müslümanların yöneticisi olan kişiler, akrabalık veya dostluk hatırına birilerini bir işe yerleştirirlerse Allah`a, Resulüne ve Müslümanlara hıyanet etmiş olur, diyor Hz. Ömer.
Bazı kitaplar vardır ki bir defa okunur ve raflarda eskimeye terk edilir, ama bazıları da vardır ki kitabı fasılalarla raftan indirip okuma ihtiyacı hissedersiniz. Hüseyin Özhazar`ın “Adaleti ve Yenilikleri ile Hz. Ömer” kitabı da benim için böyle bir kitap.
Birçok sorunun çözümü için, İslam dünyasının dönüp bakacağı ikinci evre hiç şüphesiz Hz. Ömer dönemidir. Günümüzde gerek siyasette gerek sivil toplumda gündemi işgal eden konulardan biri de akrabalık ilişkileridir.
Siyasilerin tepeden tırnağa en çok eleştirildikleri husus, akrabalarını kayırmaları, akrabalık dolayısıyla onları belli noktalara atamaları… Hele muhalif yazarların makalelerine bir göz atın, en çok kullandıkları kelimelerin şehzade-damat ikilisi olduğunu göreceksiniz.
Siyasette akraba kayırması söz konusu da sivil toplumda, cemaatlerde, tarikatlarda söz konusu değil mi? 600 yıllık Osmanlı saltanatı bile mazide kaldı. Günümüzde kimse Abdülhamid`in torunlarından birinin gelip tahta oturmasını, ülkemizin yönetim şeklinin saltanata dönüşmesini istemez herhalde. Peki, o zaman kimi cemaatlerin, tarikatların fiilî saltanatına ne diyeceğiz? Liderliğin, şeyhliğin babadan oğula geçmesi de neyin nesi?
Kimse ama efendim, yeni lider babasının dizinin dibinde yetişmiş, o makamı hak ediyordur, demesin. Herhalde hiçbiri Abdullah Bin Ömer`in makamına ulaşamaz ve yine hiçbirinin merhum babası da Halife Ömer ile boy ölçüşemez. Ama o Ömer, vefatı sırasında, üstelik Müslümanlarca oğlunu veliaht tayin etmesi istendiğinde: “Bir aileden bir kurban yeter, ben akrabama çok çektirdim. Bu işten fayda varsa kabileme bu yeter. Yok, zorluk varsa yine bu kadar yeter.” cevabını verir.
Yine siz de gözlemlemişsinizdir. Bakıyorsunuz şu STK`nın başkanı falan kişi, kadınlar komisyonu başkanı eşi, gençlik komisyonu başkanı oğlu, memur komisyonu başkanı damadı… Eğer söz konusu kişiler siyasette de etkin ise itina ile hısım akraba uygun noktalara yerleştiriliyor. Bir de Ömer`e bakalım: Halifeliğe başladığında akrabaları kendisine gelip devlette görev alma talebinde bulunuyor. Ama o, yönetimde akrabalarına, zinhar, yer vermiyor: “Beni manen iflas mı ettirmek istiyorsunuz? Kimsenin soyuna, kan bağına bakılmaz, Allah rızası için amel edilir. Amelinin geride bıraktığı kimseyi soyu sopu ileri götürmez.”
Denebilir ki, işte bir şekilde devran dönüyor, ortada bir sıkıntı görünmüyor. Doğrudur, Hz. Osman`ın hilafetinin ilk yarısında olduğu gibi ekonomik ve sosyal yönden toplum güçlü olduğunda bir sıkıntı yaşanmayabilir, insanlar kimi rahatsızlıkları dillendirmeyebilir. Ama yine Hz. Osman`ın son döneminde olduğu gibi, maazallah, ekonomik ve sosyal sıkıntılar baş gösterdiğinde akraba kayırması çok ciddi problemlere yol açabilir.
Hz. Osman, akrabalarını gözetmek duygusu ile tamamen iyi niyetlerle kendisine bağlı ve her talimatına uyacak yakınlarını seçmenin çok yanlış olduğunu fark etmiş, ama bir aşamadan sonra ne yazık ki kontrolü kaybetmiştir. Bizlere düşen günümüzün Osmanlarını Aliler gibi, Ebu Zerler gibi en samimi duygularla, sağduyuyla uyarmak, yapıcı eleştirilerimizi ifade etmek.
Siyasette de sivil toplumda da akrabalık ilişkisine dikkat edilmeli, adam kayırma bir yana, belki hak etseler bile Hz. Ömer gibi tercih akrabalardan değil, yabancılardan yana kullanılmalı.