• DOLAR 34.446
  • EURO 36.302
  • ALTIN 2836.87
  • ...

Geçenlerde gazeteci-yazar Abdulkadir Selvi, referandum dolayısıyla AK Parti'nin MHP ile ittifakının Kürt seçmenleri nasıl etkileyeceğini tahlil ederek köşesinde şunları yazdı:

“AK Parti açısından MHP iki ucu keskin bıçak. Çünkü AK Parti`nin çok önemli bir Kürt seçmeni var. Kürtlerden oy alan iki parti var. Biri HDP, diğeri AK Parti. AK Parti önemli oranda Kürt seçmene sahip olduğu için MHP ile mesafesinde dikkatli olması lazım.”

Bu değerlendirmeler MHP'yi rahatsız etmiş olacak ki Sayın Bahçeli, Selvi`ye tepki gösterdi. Ancak Ahmet Taşgetiren`in de ifade ettiği gibi bir siyasi liderin, bir yazara tepki göstermesi olur mu? Olur.  Ama tepkiyi “kılıç artığı” gibi bir hakarete vardırmak kabul edilebilir mi?

Ekşi Sözlük`te: “Şimdilerde Müslüman olmakla beraber soyağacının 1915'ten öncesini bulamayanların da varsayımsal olarak kılıç artığı deyimiyle yorumlandığı vakidir. Özellikle tehcir ve daha sonrasında mübadeleler esnasında Türk komşulara emanet edilen bebekler bu varsayımın temelini oluşturur.” ifadesi geçmektedir. Mehmet Doğan`ın Büyük Türkçe Sözlük `ünde de: “Bir ülke ele geçirildiğinde kıtalden arta kalanlar” şeklinde yer almaktadır. TDK Sözlük` te bulamadım. İlginç!

Anlayacağınız ifade oldukça ağır, Abdülkadir Selvi de üzüntü ve kızgınlığını sonraki yazısında şu şekilde dile getirmiş:

“MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli`nin grup toplantısında şahsımla ilgili olarak kullandığı yakışıksız ifadeleri üzüntüyle takip ettim. Televizyonların canlı yayınında MHP`nin Meclis grup toplantısında ismim verilerek yapılan hakaretlere sessiz kalmayacağım. MHP gibi köklü bir partinin genel başkanına yakıştıramadığım ifadeleri yargıya taşıyacağım. MHP Genel Başkanı Sayın Bahçeli ile yüce Türk adaletinin önünde hesaplaşacağım.”

Buraya kadar her şey gayet normal, bazen siyasiler ve yazarlar birbirleri ile ilgili değerlendirmeler nedeniyle yargıya başvurabilir. Şahsen ben bunu da doğru bulmam. Mücadele fikir zemininde kalmalı, kimse soluğu mahkemede almamalı. Hakaret olsa bile mi? Evet, zira kötü söz sahibine aittir.

Esas değinmek istediğim buradan sonra Selvi`nin yazdıkları. Mübarek, geçmişini, atasını, ceddini anlatma gereği duymuş:

“Cepheden cepheye koşup şehit düşen dedelerimin torunuyum. ‘Kılıç artığı` olduğumu söyleme nezaketsizliğinde bulunan Sayın Bahçeli`ye hatırlatmak isterim ki, Osman dedem bir cepheden diğerine koşmuş, Osmanlı-Rus savaşında esir düşmüş bir vatan evladıdır. Hasan ve Hüseyin dedelerim ise Yemen`de şehit düşmüş, vatana sadece şehadet haberi ulaşmış Oğuz Türklerinin torunuyum. O şeref bana yeter Sayın Bahçeli.”

Bu cevap oldukça absürt geliyor bana. Böyle bir köken kompleksine gerek yok. Bizi değerli yapan asla ve asla kökenimiz olamaz. Sizin babanızın, atanızın kim olduğunun hiçbir önemi yok. Evet, Türk, Kürt, Arap, Laz, Gürcü, Ermeni, Rum; bu memlekette yaşayan, vatandaşlık bağı ile bu vatana bağlı olan herkes, tıpkı 16 Nisan`da eşit oy kullanma hakkına sahip olduğu gibi her konuda da eşit hak ve sorumluluklara sahiptir. Kimsenin ırkından veya statüsünden dolayı bir ayrıcalığı yok.

 Soruyorum size: Babanız bir Yahudi olsa ne olur, siz yeter ki Abdullah Bin Selam gibi cahili kültürden sıyrılıp İslam`a hizmet yarışında yerinizi alın.

Babanız münafıkların lideri İbn-i Selül olsa ne olur, siz yeter ki oğlu Hz. Abdullah gibi izzeti Allah ve Resulünde arayın, başka şeylere tevessül etmeyin.

Babanız Ebu Cehil olsa ne olur, siz yeter ki İkrime gibi geç de olsa İslam ile şereflenin, İslami mücadelenizi şehadetle taçlandırın.

Babanız Ermeni kökenli bir Hristiyan olsa ne olur, siz yeter ki Mimar Sinan gibi bu vatan, bu millet için şaheserler ortaya koyun.

Babanız putperest Azer olsa ne olur, siz yeter ki İbrahim olmayı bilin.

Ve tersine babanız Nuh Peygamber olsa ne olur, siz Kenan gibi hidayetten nasip almazsanız eğer.