• DOLAR 34.624
  • EURO 36.318
  • ALTIN 2921.554
  • ...

Geçen akşam gençlerle bir araya gelme fırsatı buldum. Çoğu üniversite öğrencisi idi, aralarında birkaç yıldır mezun olup bir kamu kurumuna atanmayı bekleyenler de vardı, atanma bahtiyarlığına erişip çiçeği burnunda memur olanlar da.

Muhabbetimizin konusu İslam`da adaletti aslında. Hz. Ömer`den Aliya İzzetbegoviç`e İslam tarihindeki dönüm noktalarına, adalet anlayışına değindik. Soru-cevap faslına geçtiğimizde gençlerin çoğu gündemdeki “mülakat” konusunu dile getirdi, mülakatın ne kadar adaletli, hatta İslami olduğu hususunda görüşlerimizi sordu. Bu konuda gençlerin hayli dolu, dertli ve öfkeli olduğunu gördüm. Ben de onlara sorular sorarak işin detayını birinci ağızdan öğrenmeye çalıştım, daha sonra işi iyice araştırdık tabii.

Benim de hak verdiğim gençlerden gelen itiraz noktaları şunlardı:

Yazılı sınavdan iyi bir puan aldıkları halde mülakatta hiçbir objektif kritere dayanmadan düşük puan verilebiliyor.

Sağlıklı bir sınavın şartlarından biri de ortak ölçek kullanılmasıdır. Oysaki farklı şehirlerde farklı komisyonlar kuruluyor ve bunlar farklı değerlendirmelerde bulunuyor. Şu şehirde iyi puan veriliyor, bu şehirde düşük puan veriliyor yaygarası, fısıltı gazetelerinde dolaşıyor.

Ve en önemli itiraz: Torpil, adam ayarlama. Gençler somut bir biçimde şahıs ve kurum ismi de verdiler, ama biz yazımızda bundan imtina edelim. Herkes bir yerlerden, sendikadan, dernekten, STK`dan, partiden referans bulmaya- bu arada torpilin adı referans olmuş- çalışıyor. Dayısı olan işi götürüyor. Daha neler, neler…

Biliyorsunuz, geçen hafta üniversite düzeyi KPSS başvuruları başladı, bu hafta da devam ediyor. Önümüzdeki aylarda öğretmen adaylarının mülakat takvimi var. Gençler kaygılı, gençler güvensiz. Ve haksız da değiller.

Sohbet ortamındaki arkadaşlarımdan biri de kendi tecrübesini paylaştı. Şu an bir kurumda idareci olduğunu, şimdiye kadar YGS, KPSS, İdarecilik sınavı, girdiği tüm yazılı sınavları kazandığını ve bir yerlere atandığını, ama işin içinde mülakat olan doktora sınavında elendiğini, bu nedenle akademik kariyer yapamadığını ifade etti.

Evet, mülakat konusunda gerçekten de sıkıntılar var, itirazlar var. Bildiğiniz gibi 15 Temmuz`dan sonra neredeyse tüm devlet memuru adaylarına mülakat şartı getirildi. Bu son derece yanlış bir tutum. Evet, mevcut mülakat sistemi, doğru bir yöntem değil. Biz inançlı olduğu kadar, inandırıcı, güvenilir, emin olması gereken Müslümanların yapması gereken Hz. Ebubekir`in hilafetinde sahabenin gösterdiği tavır olmalı: Doğru yapıldığında, adil olunduğunda desteklemek, kanaatimize göre yanlış yapıldığında kırmadan, dökmeden eleştirilerimizi ifade etmek.

Bu bağlamda yüksek düzeydeki devlet memurları için, bir vali, kaymakam, genel müdür, kurum müdürü için mülakat yapılması ve siyasetin kendi ekibini oluşturması anlaşılır bir durum. Ama basit bir öğretmen için, bir memur, bir işçi için mülakatın geçerli hiçbir izahatı yok. Efendim, FETÖ, PKK bağlantısı varsa eliyoruz, falan filan, bunlar hikâye. Varsa öyle yasa dışı örgüt bağlantısı, MİT, Emniyet güvenlik soruşturması yapılır, suçlular direkt elenir. Sonra sınav sonucuna göre atama yapılır, kimsenin de itirazı olmaz.

Sayın Erdoğan`ın samimiyetinden bir şüphemiz yok, tıpkı Hz. Osman`ın samimiyetinden şüphemiz olmadığı gibi. Ama ne yazık ki aşağılara geldikçe torpiller, akraba siyaseti, adam kayırma arttıkça artıyor. Mervanlar, Amrlar, Muaviyeler ve daha kimler, kimler ve bunların günümüz versiyonları.

Mülakat sistemine şahsımın en önemli iki itirazı ise şunlar:

İlki mülakat dediğimiz garabet; STK`ları, ne yazık ki İslami olanları da, birer referans/torpil kavşağına dönüştürüyor ki bu bizlerden ihlas, samimiyet ne varsa alıp götürüyor.

İkincisi laikçilerin, solcuların ve farklı zihniyetlerin dünyasında biz Müslümanlara yer olmayabilir. Bu onların çarpık zihniyeti. Ama bizim dünyamızda, bizim inancımızda bizden farklı düşünenlere de yer var, yaşam hakkı ve devlet memurluğu hakkı olduğu gibi.

Evet, geçenlerde Abdurrahman Dilipak köşesinde ne yazmıştı? Dost acı söyler. Belki bazen acı, bazen de tatlı, ama bize düşen; hakkı, hakikati yazmak.