• DOLAR 34.446
  • EURO 36.302
  • ALTIN 2836.87
  • ...

Geçenlerde bir kitap kırtasiye fuarına uğradım. Yayınevleri arasında gezinirken her sene fuarda stant açan kadim dostum Umut ile ayaküstü bir çay içip lafladık. Söz döndü, dolaştı “söz” e geldi.

            Geçen seneki fuarda yüklü miktarda kırtasiye siparişi için önce ülkemizde belki de piyasanın lideri konumundaki yabancı bir marka ile görüştüklerini, söz konusu markanın siparişi en erken yirmi gün içerisinde karşılayabileceğini; daha sonra aynı siparişi yerli bir firma ile görüştüklerini, siparişi bir hafta içinde verebileceklerini söylediklerini, ifade etti.

            Arkadaşım yıllardır söz konusu yabancı firma ile çalıştığı halde, bizim insanımız kazansın düşüncesi ile siparişi yerli firmaya verdi. Sonra ne mi oldu? Ha bugün, ha yarın deyip tam üç ay siparişi geciktirmişler. Yaşanan mağduriyeti siz düşünün.

            Evet, ecnebi firma yıllar yılı sözünün eri iken bizimkiler ne yazık ki sözü tuzla buz etmişler.

            Oysaki söz senettir, hatta söz namustur, derdi eskiler. Birine söz verilmesi, o işin mutlaka yapılması anlamına gelirdi. Sözü aksatacak bir tek geçerli mazeret olabilirdi: ölüm

            Bakmayın siz benim eskiler deyişime; on, on beş sene öncesine kadar bile muhataplarımıza “söz, söz ver” deyişlerimiz sözün ne kadar önemsendiğini göstermez mi?

            Ama günümüz dünyasına şöyle bir bakın: Söz anlamını ne kadar da yitirdi! Hayır, kastım toplumun genelinde, avam arasında sözün anlamsızlaşması değil; bir misyon, bir dava sahibi olduğunu iddia edenler için de sözün bir anlam ifade etmemesi.  

            Söz verdiği halde, aman hocam yoğunluktan unutmuşum, kusuru bakma, diyenlerimiz az mı?

            Akşam sekize sözleştiğimiz halde, randevularımıza dokuza doğru gidiyor olmak bizim için de sıradanlaşmadı mı?

Hatta bırakın geç gitmeyi, randevusuna hiç gitmemek, üstelik arayıp haber de vermemek duyarsızlığını gösterenlerimiz yok mu? Bir mazeretimiz varsa bile bizim aramamız gerekirken dostlarımızı telefon etmek zorunda bırakmak, gereksiz yere endişelenmelerine yol açmak…

            Ne yazık ki ülkemizde “Dün dündür, bugün bugündür.” sözü bir zamanlar en tepedeki insanlar tarafından kullanılıp sözün namusu ayaklar altına alınmadı mı? Günümüzde dahi birçok mütedeyyin siyasetçi için bunlar da geçmiştekiler gibi yiyor, ama hiç olmazsa hizmet de ediyor şayiası fısıltı gazetelerinde dolaşmıyor mu?

            Peki, biz bu muyuz? Elbette ki hayır! Muhammed(s.a.v) Resulden önce Muhammed(s.a.v) emin olan bir peygamberin ümmeti değil miyiz? Sahi, mümin demek, emin olunan, güvenilir insan değil mi? İnsanların elinden ve dilinden emin olduğu kişiler… Miraç hadisesi yaşandığında Hz. Ebubekir`in “Peygamber söylüyorsa doğrudur.” söylemi sadece imanla değil, aynı zamanda Hz. Muhammed`in çevresine verdiği güvenle ilgili değil midir?

İbrahim Tenekeci`nin veciz bir şekilde ifade ettiği gibi sadece inançlı olmak yetmiyor, aynı zamanda inandırıcı olmak da gerekiyor. Bizden farklı düşünenler, her konuda bizi eleştirebilse bile doğruluğumuza, dürüstlüğümüze halel gelmemeli.

El, insanların güvenini kaybetmektense para kaybetmeyi tercih ederken; biz, insanlar bir yana Allah`a olan sadakatimizi kaybetmeyi nasıl göze alabiliriz?

            Belki son zamanlarda özümüzü, sözümüzü kaybettik. Ama toparlanmanın, sözümüzün eri olmanın zamanı gelmedi mi artık? Şahsımla birlikte sizleri de sözü düştüğü yerden kaldırmaya davet ediyorum. Sözlerimiz senet olsun yine.