• DOLAR 34.606
  • EURO 36.629
  • ALTIN 2938.878
  • ...

“Yarının Tarihini Okumak” ifadesini, merhum Şeriati ile üniversite yıllarımızda tanıştık. Merhumun “Doğu ile Batı, İslam uleması ve Ortadoğu..” hakkında dediklerinin tamamı doğru çıktı. Merhumun ihbar ettiklerini canlı olarak seyrediyoruz. Keşke yanılsaydı amma heyhat..

Arap Baharı, ilk başladığında, emperyalizmin içimizdeki kuklaları ve yerli işbirlikçileri bir bir düşüyor; öze dönüşün ayak sesleri sayhalar halinde ülkelere yayılıyordu.

Kukla rejimler yıkılıyor, despotlar kaçıyor ya da zelil bir şekilde tekbirlerle coşan halkın eline düşüyordu.

Benzer bir hava; 1979 Afgan Cihadı ve İran İslam Devrimi`yle de oluşmuştu. Şehid Metin Yüksellerin ezgisiydi; “Afgan, İran, Pakistan/ Dewra teye ey İslam!” (Ey İslam, devran senindir..). bu dalga, hüzünle bitmişti.

Afgan cihadının mücahit grupları, Rus Ayısını zelil edip Kabil`e girdikleri halde bir türlü bir devlet olabilme kültürünü oluşturup tevhide girememişlerdi. Kendi aralarındaki boğuşmaların sonucunda meydanı, bir başka versiyonları olan Taliban`a bıraktılar. O da “vasatı” bir türlü bulamadı, meydanı Amerikan Muhipler Cemiyeti`ne kaptırdı.

Pakistan`daki “İslami Anayasa” çabaları ve İslam Cumhuriyeti(!) ise Ziyau`l Hakk`ın uçağına yapılan suikastla, kağıt üstünde kaldı. İslami parti ve iktidarlar, halen de buradaki “Paralel Yapıların hukuk sillelerini” yemekten ve cezalandırılmaktan kurtulamıyorlar.

İran İslam Devrimi ise kendi özeline, milli dava ve tarihinin sınırlarına çekildi.

Arap baharıyla beraber, Ortadoğu ve civar ülkelerdeki zeminlerde umut verecek çok gelişmeler oldu. Halkın yüreğinde tahtı olan lider, yok mesabesindeydi. Buna rağmen; ayağa kalkan halklar, özellikle de Suriye`de başta Türkiye olmak üzere bazı ülke ve liderlere güvenmişti.

Suriye için söylenenleri, bu gün gibi hatırlıyorum. “Hafız Esad, Eset olmuştu. En fazla altı aylık ömür biçilmişti. Kesinlikle masaya kabul edilmeyecek gayrı meşru bir lider olarak tanımlanıyordu.

Buna güvenen muhalefet; Cenevre`de kantarın üzerine çıkarıldı, Astana`da söz hakkı verildi ama törpülenmiş olarak. “Esed`siz bir adil seçim,” ağırlıklı olarak konuşulmuştu.

Soçi`de ise “Esed`in de dâhil olacağı bir çözüme” razı olunduğunun ilanı yapıldı.

Hatta Soçi Görüşmeleri sonrasında yoğun bakımdan çıkarılan koltuk değnekli Esed, bitmiş olan bir maçın as oyuncusu olarak sahaya sürüldü. Adam, o mertebe şımardı ki; “şartlı olarak muhalefetle masaya oturabileceğini” dahi haykırdı.

Hale bakar mısınız? Bir milyon şehit, daha fazla sayıdaki yaralı ve kayıplar; harabeler, parçalanmış yürekler, bitap düşürülmüş bir halk! Yerinde yeller esen söylemler, vaadler ve liderler. Yazılmış ama okuyanı olmayan destanlar ve bu destanları yazmış olan kahramanlar.”

Ne oldu? Her bakan gözde, düşünen beyinde; tarifi imkânsız yara ve acılar bırakan bir Esed`e razı olmak zorunda bırakılan bir koca halk ve ümmet! Şahid ol ya Rabb!

Suriyeleri kurban eden her bölge ülkesinin; “mazide terörist ilan ettiği bir ırk ve oluşumu” vardı. Bu gün her kes, o “teröristi(!)” masada görmeme karşılığında “Esed`i tanıyor, kutsuyor, meşru muhatap” görüyor. Yani ameliyat yerine pansuman! Olur mu hiç?

Seyit Rıza`nın deyimiyle bu yapılanlar; “ayıptır, günahtır, cinayettir! Ben sizin hilelerinizle başa çıkamadım bu bana dert oldu; ben de size boyun eğmedim, bu da size ders olsun!”

Her şey ortada. Görüyoruz, mazlumlar da biliyor ve yakın yarınların tarihine derin yazıyor. Zalimler de bu gün çiğnedikleri adaleti elbette arayacaktır.

“En ummadığın keşf eder esrâr-ı derûnun,/Sen herkesi kör, âlemi sersem mi sanırsın?” (Z. Paşa).