• DOLAR 34.611
  • EURO 36.652
  • ALTIN 2939.41
  • ...

Şahsen, İslam aleminin artık bir diriliş ve direniş içinde olduğuna inanıyorum. Bunun yanında gizli, sinsi bir çöküş de yaşanmaktadır.

Geçmişimiz farklı. “Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz:/Gelmişiz dünyaya milliyet nedir öğretmişiz!” Buradaki  “Millet” tanımının ümmet olduğu açık.

Ruhumuzun derinliklerinde; tanımlamakta zorlandığımız garip değişimler oluyor. Garipleşiyoruz. Eşref Ziya`nın yıllar önce sorguladığı bir dünyayı, kendi tevhid dünyamız adına soralım: “Nereden kaynıyor hayat ırmağı /Bu durmaz karanlık akış nereye?”

 İslam diyarlarında, daha da kötüsü mü`min zihinlerde; Batının, gaflet hatta delalet kokan karanlıklarına bir akış mevcuttur.

İslam; “Emperyalizmin sillesi ve Ümmetin gafletinin yaralısı olduğu mevcut haliyle bile umut veriyor. Emperyalist dünya, insanlar düşünmesin diye kafa bulandırıyor; hırçınlaşıyor, nefret söylemlerini yayıyor.

Aynı Batı; Öze dönüş yollarını bulandırmakta, değerlerin içini boşaltmakta, kavramların tanımlarını değiştirmekte. Kusura kalmayın ama cümlemiz bu karmaşanın etkisindeyiz.

Şu demokrasi ucubesine bakın! Batılı akademisyenlerin kitabi tanımlarına bizden başka inanan yok! Haçlıdaki tanımları, zaman ve zemine göre değişiyor. Arabistan`da krallık; mazideki İran`da şehinşahlık; Mısır`da despotluk, Suriye`de Baasçılık..

Bizdeki, İslam âlemi için damızlık düşünülmüş. Tam bir meşruiyet, pardon demokrasi abidesi! “Parti, muhalefet, basın…” ancak 1950`lerde şekillenebilmiş.

 “Konuşmak gümüşse, sükût altındır” demişiz ya! Sonuçta halk konuşmasa da olur.

Diyeceğimiz; alsınlar demokrasilerini başlarına çalsınlar. Seküler İttihat ve Terakkicilerin “meşrutiyetlerini” değil, “MEŞRUİYET” istiyoruz!

Sosyal ve siyasal anlamda, bir Müslüman gibi düşünmenin, yaşamanın vakti geldi, geçiyor. Bir Müslüman gibi düşünmek, konuşmak yetmiyor. Medeniyet; her iki dünyada kurtuluşa götüren yoldadır.  “Yakıtı taşlar ve isanlar olan ataşten kendinizi ve ehlinizi koruyunuz!” (Tahrim 6) ayeti, yaşatmayı da emrediyor..

 “Sakal, bıyık, sarığın” bizdeki yeri nedir? Bir yerlere gelmek, oralarda barınmak, ‘renksiz görünmek için`  -sakalı geçtim- “bıyığının kökünü” bile kazıtan sacid(!) amirler, kimlere mesaj veriyor? “Din, devlet, şeriat...” demekten hala utanıyor muyuz? Yürek devletimiz ne durumda?

“Söyleyin benimle uçan ey kuşlar /O yazlık dünyadan bu kış nereye?”

Bizlere ne oldu, neler oluyor?

Sayın Cumhurbaşkanının şahsında yaşanan ülkemizdeki değişimde; muvahhitlerin, dindarların, İslamcıların hatta muhafazakarların “diri ve iri” olmalarının payı nedir? Ağlamayana mama yok ise iktidarın gölgesinde kampa ve parka çekilen; istemeyi dahi bilemeyen, hatta düşünmeyen dindar(!) camialara mı dönüştük?

Heyhate heyhat; “ithal ile dayatılan yasaların çeyrek değişimine dahi direnen; şeytanların şerleriyle uzlaşan, onlarla mahremleri paylaşan; ama inatla ve sabırla dinine sarılan halkı suçlayan..” dindarlar görüyoruz.

“Cumhurbaşkanı da aşırı konuşmasın, hangi çağdayız..” diyen müminler; muhafazakarlığı aşırı bulan, demokrat hatta laik olan muvahhitler(!) türüyor.

“Tesettüre furuat” diyen FETO darbesi yenildi mi acep? 

Başörtüsü; Peygamber Ocağı denilen TSK`ya 2017`de gelebiliyor hem de dindarların(!) yoğun isteği, baskısı ile değil hükümet kararıyla! Bu da ayıbımız!

Müslüman`ın görevi, parka çekilmek değil, alana inmektir; kırmadan, dökmeden, Rahman`ın imar ve inşa eden birer neferi olarak.