Türkiye’nin Asırlık Kürt Sancısının Doğurdukları
“Geçmişe mazi deriz” ancak bir türlü geçmeyen; geçse dahi delip geçen; delerken de yakıp/yıkıp geçen bir mazi!..
Kardeşlerime onu anlatacağım ama
“Ağlarım, ağlatamam; hissederim, söyleyemem!..”(Akif)
- yüzyıl çetin geçti! İmparatorlukların tarihe karıştığı, cumhurî sistemler geldi!
Bu hengamede, özellikle Kürt Sorunu; kardeşliğin, emniyet ve güvenin adresi olacak şekilde çözülebilirdi ama heyhate heyhat!..
Lozan’a giden ekip, -başta Atatürk ve İnönü olmak üzere- herkes bunun da bilincinde olmalılar ki;
“Türk ve Kürtler; yeni cumhuriyetin kurucu, kardeş iki milletidir..” sözleri TBMM’den Lozan salonlarına kadar dillendirilmekteydi!
Kürdistan mebuslarının milli kıyafetleriyle Lozan heyetinde bulunmalarının anlamı da buydu!..
Sonrası mı? Bu mebuslardan Hasan Hayri Bey Elazığ’da, Yusuf Ziya Bey Bitlis’te idam edildiler! Hep de böyle oldu! iş bitmiş; sıra projelere gelmişti: “Red, inkar, tehcir, asimilasyon, imha…”
Bin yıllık beraberliğe, kadim kardeşliğe, onca değere yazık oluyordu hem de ne yazık!..
“Çum Bilîsê gelî bi gelî/ Jê derkete cotek welî/ Şêx Şabedîn, Seyîd Elî/ Birin şêxê’m darda kirin!..”
“Li Dêrsimî ber va giran/ Xwîn diqusî ser keviran!..”
Son yüzyılın Kürt tarihi, sanat ve müziği adeta bu ağıtların antolojisidir!
Hasılı, Lozan’dan sonra ise felaket!.. Koca bir millet yok sayıldı!
İmkânsızdı ama oldu! “YOK” sayılan bu varlığın(!) fizik, kimya, matematik, hukuk, coğrafya… bilimlerine göre de yok sayılmalıydı!..
Bunun için projeler geliştirildi ama Dumrul, Drakulaların kulağı çınlatıldı!..
Düşünün; bin yıl acı tatlı hatıralarıyla birleşerek baharını oluşturmuş bu fark ve renk cümbüşünü imha ediyorsunuz! Koçgiri, Dersim, Zilanları yaşatıyorsunuz!.. İran’da Mahabadlar, Irak’ta da çağdaş Hiroşima Halepçeler!..
Yetmemişçesine, Siyonist’in soframızın davetsiz misafiri olduğu şu zaman ve zeminde de hala o karanlık mazinin çözümlerini aşamıyorsunuz!..
Sonuçta yok sayılan koca bir millet, yaşadığı coğrafyanın kadim yerlileri!..
Şeyh Said kıyamı ve akabindeki katliamlar silsilesinden 1984’lere kadar geçen süreçte (1925-1984) Kürt Meselesi’ni çözecek nice fırsatlar geldi!..
Bu kayıp zaman, maliyet ve acılarla; "Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun’la" yine bir Çözüm Süreci..
Yine rafa, buzdolabına oralarda da “yok” denildi.
Ne oldu? Yerel bir mesele olan Kürt Sorunu; bölgesel bir soruna oradan da küresel aktörlerin müdahil olduğu uluslararası bir soruna dönüştürüldü!
“Hatî gundê me Doxtorê Teze!..”
Bir Kürt milleti var. Tarih boyunca red/inkar görmeyen bir Kürdistan da!..
Son yüzyılda tarih de adil olmadı!.. “Tarih yalan söylese” de Dengbêjlerin ezgilerinde, Kürdün yüreğinde vardır!
Dramlar elbette unutulmaz ancak Kürdün yüreğinde kin yok! Öc alma yok.. Kardeşiz hem de öz!..
Yine bir çaresi de vardır! Bu teknoloji çağında iyilik tohumları erken ve yaman yeşerir! Kardeşlik ve birlik; dilimizin ucunda, avucumuzun içinde!.. “Ataların inkârcı, müflis dinine uymayacağız! Suç, günah ve cinayetlerine ortak olmayacağız. Gasp edilmiş ne varsa iade edeceğiz!..” korkmayacağız; korkuların üstüne yürüyeceğiz!
Atalar da yanılır!.. Ben çözerim diyeceğiz!
Terörle heba olan sermayesini kalkınmasına yatırmış mamur, adaleti muhkem bir Türkiye; neden ve niçin Kürt/Kürdistan korkusuyla yüzleşmesin, nasıl çözmesin?
Selçuklu ve Osmanlı’yı küresel güce, ümmetin liderliğine taşıyan işte bu cesaret ve ferasetti!
Prof Doğu Ergil; “Türkiye, Kürt Sorununda çözümde ŞİDDETİ seçti!” diyor! Şiddet, beter şiddetleri doğurur!.. Hırs ile kalkan, zarar ile oturur!..
Mesele; küresel istihbaratların müdahil olduğu Kürt Meselesi ve korkusuyla nasıl/ne zaman yüzleşeceğimizdir! “Atalar Dini’yle” mi aksiyle mi?
Vesselam!