• DOLAR 34.7
  • EURO 36.773
  • ALTIN 2961.89
  • ...

Kimlik siyaseti ve korkuların, umutları gölgelediği siyaset meydanlarının yorgunu olarak sandığa gidiliyor. Din u devletin selametine; adaletin gücüne; liyakat ve emanetin ehlini bulmasına.. vesile olsun!

Ölçümüz belli: “ALLAH emaneti ehline vermenizi, insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. ALLAH size ne güzel öğüt veriyor..” (Nisa 58)

Cumhuriyet tarihi boyunca siyasetin tüm talihsizliklerini, çirkef ve çamurunu görmüş bir ülkeyiz.

Anadolu’mun dili olsa da konuşsa… Yüzyıldır demokrasi denen yolda az gittik, uz gittik, -bir de arkamıza baktık ki ne görelim- bir çuvaldız kadar yol gittik/gitmişiz.

İşte o çuvaldızın ucunda, Sessiz Çoğunluk, ciddi bir şeylerin hep eksik olduğunu fark etmiş. Öyle bir eksiklik ki bilen demez, diyen bilmez. Ali’nin Zülfikar’ı, Süleyman’ın yüzüğü, Harut ile Marut’un zincirli kuyusu gibi adeta!

Nice siyaset meydanının kahramanı; “Ben aşarım! Ben çözerim..” dediyse de şu ana kadar kimseler bulamıyor, bilemiyor veya bulup bilenler; bulup bildiklerine uyuyor, değişiyor, dönüşüyor(!?)!

Halletmediler bu lûgazın (bilmece) sırrını kimse,/ Bin kâfile geçti hükemâdan, fuzalâdan.(Ziya)

Bu eksiklik; özünde kardeşlik ve barış olan bir milletin hala kimlik siyaseti arenasına sürülmesidir. Siyasetin, renk ve farklarının çatıştırılması üzerinden yürütülmesidir.

İmparatorluk ve medeniyetlerin membaı olan Anadolu, tüm renk ve farklarıyla kendi birlik ve beraberliğini hep sağlaya gelmiştir. Ret ve inkârcı, ötekileştirişi İttihat ve Terakki yapılanmasının şekillendirdiği Cumhuriyet tarihine kadar Anadolu’daki farklı ırk, din ve mezhepteki insanlar arasında bir çatışma, kayda değer bir tartışma bile olmamıştır.

Meşrutiyet sonrası Osmanlı Mebuslar Meclisinde; kimi gayrimüslim mebusların İslam şeriatından yana tavır koymaları da bu derin ilişki ve güvenin delilleridir. Kaldı ki Osmanlı İmparatorluğu; Anadolu halkının ilgisizliğinden dolayı yıkılmadı; eğitim, liyakat ve adalet sisteminin çökmesi sonucunda müdahale eden dış güçlerin Payitaht İstanbul’a müdahalesiyle yıkıldı.

*Ne hikmetse yıl 2023, Cumhuriyetin 100. Yılı da yaşandı ama siyaset meydanlarında hala dünün beteri sorunlar tartışılıyor. İşte Türkiye Cumhuriyetinin gerçekleri:

Gündemden düşmeyen terör sorunu.

Bu vesileyle seçilmiş belediyelere her defasında atanan kayyumlar. Elbette atanabilir ama işin, rutine bindirilmesinin uluslararası kurumlarda, gittikçe derine işleyen halkın algısında ve duygusal bağlardaki karşılığı sorunlu.

Kürt Meselesi, aklın ve Hakk’ın bir olan yolunda çözüm bekliyor. Dile kolay, 70 bin bedelin ödendiği bir yara…

Bu sorun; bazen en yetkin kişi ve kurumların ağzından acil koduyla dillendiriliyor; bazen rafa, bazen buzdolabına kaldırılıyor, bazen de nedense aynı çevrelerce “yok” sayılıyor. Alaattin’in lambası gibi… Bir cilve-i siyaset.

Darbe yönetimlerinin bir dayatması olan anayasanın ilk dört maddesinin makul bir ıslahı bile suç olabiliyor.

HÜDA PAR’ın, geçmişte merhum Erbakan’ın, sonrasında da Sayın Cumhurbaşkanının da “yanlış” dediği anayasanın 66. Maddesindeki tanım; bülbüle gül demek gibi. Bu çağda, bu tanım(!?)

Göçmenler meselesi; Ensar ve Muhacir’i aşmış, gittikçe farklı ve riskli anlamlar kazanıyor.

İşte bütün bu sorunların; insani, İslami, medenî.. bir çerçevede çözümlenmesi bir zarurettir. Bu zaruret; öyle Batılı yasalarla, red ve inkârcı kafaların projeleriyle çözülemez. Yüz yıllık bir süre zaten bu hâkim zihniyetlerin proje ve yasalarına harcandı. Harcanan yüz milyarca dolar, sönen ocaklar, annelerin yüreğine düşen kor ve nafile bir sonuç.. Emperyalist Haçlı istihbaratları ve Yerli işbirlikçilerinin kendi cinayet ve işgal projelerine uygun olarak dağıttıkları adalet, bahşettikleri(!) bağımsızlıklar, kurdukları hükümetler ve kullandıkları mümbit terör membaı olan bir İslam Coğrafyası…

Milyonlar, kendi yurtlarından dünyanın dört bir yanına kaçıyor. Ezan seslerine; korku, umutsuzluk, kan ve gözyaşı.. karışıyor.

İşte HÜDA PAR; elinde bütün bu sorunların İslami ve insani çözümleriyle geliyor. Hayatî sorunlarımız sahipsiz ve çözümsüz kalmasın diye! Türk ve Kürt kardeşliğinin ümmet, adalet ve kadim kardeşlik çerçevesinde çözümünü konuşan, bunun bedelini ödemiş ve ödeyebilecek yegâne parti HÜDA PAR’dır.

Dörde bölünmüş 60 milyonluk mazlum bir halkın; “Kemalist, Batılı, boş TEK’çi söylem ve yasalarla; çörekli gani sofralarla, türetilen Beyaz Azınlıklarla, din ve değerlerle sahaya inen inançsız ağızların amatör vaatleriyle..” tatmin olmayacağı ortada.

İşte HÜDA PAR’ın kendini paralarcasına anlatmaya çalıştığı ama nedense anlatamadığı hakikat de budur. Eğri oturup doğru konuşmanın vakti geçiyor bile! Kıt imkânlarıyla kardeşlik ve tevhidi konuşan HÜDA PAR, bu gün küresel emperyalist istihbaratların ve yerli işbirlikçilerinin kuşatmasındadır. Dün; kardeşlik ve beraberlik için ödediği ağır bedellerin beterini ödetmek isteyen karanlık çevrelerin linçiyle karşı karşıyadır. Artık Türk kardeşlerinden yetkin çevre ve camiaların fiili ve kavli duasını hak ediyor.

Bir bakanın; resmi ve akredite çevrelerden duyduklarıyla aktardıkları, Doğu’nun hakikatini anlatmaya yetmez! Kürt bölgesinde her zaman küresel istihbaratlar ve işbirlikçileri hareket halindedir. Kürt halkı da bu yüzden hareketli ve hararetlidir, duygusaldır. Tam da bu yüzden zülf-i yâre dokunur. Dosttur; Payitaht İstanbul’un kapılarında sabahlayan Said-i Kürdi (resmi ağızların ötekileştirmek için kullandığı lakaptı) gibi acıyı söyler! Ciğeri yanar, nefesi kor gibi! Dostu da yakabilir ama o yakmada kanayan yara dağlanır, şifa bulur!

Korkma! Beri gel.. Bir ricayla Alparslan’ın Malazgirt’ine, Viyana Kapılarına giden; Hilafete kast edildiğinde de Şark’ın Dağlarından idam sehpalarına çıkan; Konya, Zilan, Agirî, Palu’daki.. dost ellerdir bu! Dersim katliamında; “ayıptır, günahtır, cinayettir!!” diyen mert ellerdir bu! Gel;

Gitme ey yolcu, berâber oturup ağlaşalım:/ Elemim bir yüreğin kârı değil, paylaşalım” wesselam!