Bir lider, iki rüya
Rüyalar; bağlayıcı değil, şeriatın cüzü olamaz, hayata tatbik edilemez, sadece sahibini bağlar. Peygamber rüyaları müstesnadır; mü’minin istihare ve teheccütle gördüğü rüyaları da manidardır. Haddimi aşarak, okuyucularımın hoşgörüsüne sığınarak iki rüyamı anlatacağım. Nasihat ve hayırlara vesile olsun inşallah.
Birinci rüya: 15 Temmuz darbesinden yaklaşık üç ay önce miting alanı olarak da kullanılan Elâzığ Postane meydanından geçiyorum. Belediye iş makinaları, yeniden düzenleme adıyla meydanda yıkım yapıyor. Döşeme için getirilen dünyanın en pahalı mermerlerinden olan Alacakaya mermer paletlerini indirecek vinçler, mermerleri usulünce değil, yüksekten bırakıyor, parçalıyor.. “Bunlar, dünyanın en pahalı mermerleri, yazıktır...” desem de işçiler sırıtıyor; “bilemezsin, böylesi daha iyi” deyip daha bir şevkle mermerleri yere çalıyor. Toz dumanın kapladığı koca meydanın orta yerinde, bir buçuk metre yükseklikteki leylek yuvası benzeri bir çalı çırpı yükseltisinin üzerinde Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan, yıkımı seyrediyor. Tek başına, takım elbiseli, vakur ama üzgün ve şaşkındır. Endişeli, sessiz, hareketsiz.. donmuş gibi.. Üzülüyorum… Tek tük gelip geçenler, oralı olmuyor, meydanı terk ediyor. Uyarıp durdurmak istesem de nafile.. İşin ilginci ben de kırgınım ama yalnız kalmasına da üzülüyorum. Yanaşıp elimi uzatıyorum. “Sayın Cumhurbaşkanım, hosgeldiniz..” diyorum. Pozisyonunu bozmadan elini uzatıyor. İçten sıktığım eli, ilginç bir şekilde gevşektir. Donmuş gibi dikilip Batı tarafına dalmasına da bir anlam veremiyorum. Gitsem mi, kalsam mı endişesiyle, zarar verebilirler diye terk edemiyorum. Birkaç adım geriye gidip koca meydanın tek seyircisi olarak kalıyorum. Yıkım devam ediyorken uyanıyorum.
İkinci rüya: 14 Mayıs seçimine bir ay var. Köyümün mezarlığındayız. Kepçe, derin bir mezarı bitirmek üzere. Çevre köyler gelmiş, defin ve cenaze namazına. Nedense ortada cenaze de yok. Yine Sayın Cumhurbaşkanı; kimsenin umurunda değil, yine yalnız, üzgün ve sessiz. Hayretle yanına yaklaşıp “hoş geldiniz” diyorum. Mezar ona kazılıyor gibi.. Yine tepkisiz, hareketsiz, acı bir gülümsemeyle elini uzattı. Tokalaştık. Gideyim mi kalayım mı endişeleriyle; “Bu adam terk edilmez..” derken uyanıyorum.
Birinci rüyanın akabinde; 15 Temmuz gecesinde Toyota kasalı araçlı, kot giyimli silahlı bir ekip, (saat 10.30 suları) apartman kapımızda, komşularıma beni sormuştu. Sağ olsunlar komşularım (Dersimli), “Öyle biri yok, tanımıyoruz..” demişti. Avukatımı (Av. Mahmut Şahin) aradım. “Çok garip.. Sakın kapını açma..” demişti. Öleceksek meydanda ölelim diye -hazırlıklı- rüyamdaki o meydana inmiştim. Her dakika artan kalabalık, yaklaşık 50 kişi kadardı.
Sayın Cumhurbaşkanını da rüyada gördüğüm meydanın aynı yerinde, aynı yükseltide kurulan bir TV’de Cumhurbaşkanının nerede ve ne zaman konuşacağı bekleniyordu. Bu arada arkadaşlar, Diyanet’in talimatını beklemeden mahallelerinde selalarını minarelerden okumuştu bile.
Gelelim te’villere… Hakikatı Rabbim bilir ama rüyayı şöyle yordum:
Birinci rüyadaki “şahsım;” genelde İslami camialar, özelde de karşılıksız sevdanın, ödenen bedel ve vefakârlığın adresi olan Mustaz’aflar, Peygamber Sevdalıları ve tabi ki HÜDA PAR’dı diye düşündüm. Din ve değerlere uygunluğu ölçü alan, Hakkın hatırını âlî tutan bir camia olduğundan eminiz. Rüyadaki o “yükselti ve üzerindeki Sayın Erdoğan;” darbe geçesi kurulan yüksekçe masa ve TV idi. “Yıkım;” sureti Haktan görünüp darbe yapan FETÖ ve avenesinin ihanet darbesiydi. Toz duman içinde yıkım yaptıkları halde, imhaya, imar diyorlardı. O gece ve akabinde, hükümet çaresizdi. Din ve vatanını düşünen hamiyet ve gayret ehli o gece meydanlara dökülmüştü.
İkinci rüyadaki; “şahsım, mezar, defin için biriken kalabalık ve Sayın Cumhurbaşkanı” da yine benzer çevrelerdi. Malum nice karanlık haspaların peşine düşen nice karanlık çevreler, sonuçların ilanıyla patlatacakları şampanyalarını hazırlamıştı. Kazanacaklarına dair inançları da tamdı. Başta FETÖ ve sair terör yapılanmaları seçime; din, devlet ve değerlere karşı alacakları rövanşa odaklanmışlardı. İktidarın şahsında, nice suç ve günahların da bulaştığı tüm aksaklıklara rağmen anlaşılan o ki; seküler cenah, muhafazakârlaşma(!) gidişatından hayli rahatsız. Buldukları anlık fırsatta; getirecekleri Üç Alilerin yargısıyla nice kelleleri alabilecek keskin nişancılar olduklarını biliriz.
Sonuç olarak rüya olsa da zannımızca günümüz siyasi ve sosyal zeminine mota mot oturuyor. Alınacak dersler vardır, kaale alınması gereken dertler vardır.
Rüyayı elbette her kes rüyayı kendine göre yorumlayabilir. Rüyadır deyip geçebilir de. Sonuçta birer rüya. İstihare ve teheccüt namazlarını önemseriz. Mü’min bildikleriyle amel ederse Rabbimiz, bilmediklerini öğreteceğine dair işaretler vermiştir.
Hepimizin yaşanan süreçten çıkarması gereken dert ve dersleri vardır. Özellikle her fiili, din ve devlete de mal olan Sayın Cumhurbaşkanının; kendisini her gailede yalnız bırakmayan sessiz çoğunluğun, mahrumların, ötekilerin, bizim dışımızdaki fark ve renklerin.. hakk ve hukukunu gözetmesi şarttır hatta farzdır.
Kürtçe de meşhurdur. Lesar, tim goncan naynî! (Sel her zaman kütükleri getirmez yani bazen de tufan olur)! Bazen de “Ba tê, banî werdigerin” (Öyle fırtınalar gelir ki düzlükler/evler altüst olur).
Türkiye elbette çok alanda çok yol aldı, alıyor ama bunların içinde tahribat diyebileceğimiz çok şeyler de oldu. Adalet, eğitim ve değerler alanı da bunların başında gelir. Rabbimiz suçluya da mazluma da tövbe etsin, dünya ve ahireti kurtulsun diye mühlet verir, ancak affetmez. Wesselam!