• DOLAR 34.653
  • EURO 36.379
  • ALTIN 2929.147
  • ...

Biz insanlar; “canlı-cansız, dil, sevgi, nefret, isyan ve itaat…” kavramlarını, hep insan merkezli tanımlarız. Oysa kâinattaki canlı cansız her varlığın da bir dili vardır. Her varlık; yeri, zemin ve zamanı geldiğinde işte o diliyle konuşur.

Biz insanlar, işte o dilden de anlamıyoruz, mesajını almıyoruz, alamıyoruz.  Öyle ya; “çok cahil ve çok zalim olsak” da mahlûkatın halifesiyiz(!).

Genelde haddimizi aşıyoruz. “Allah da -dönüş yapalım diye- işlediklerimizin bir kısmını bizlere tattırıyor.” (Rum-41)

İşte deprem de bizatihi odur. Bugün o gündür; bu dil de o dildir.

Deprem; büyük acılar, ağır yaralar, telafisi zor hatta imkânsız kayıpların dilinden konuşur.

Öyle bir konuşma ki anlatılmaz, yaşanır. O an her yer güvensiz her taraf tanımsız, yaşam için yapılan emin mekânlar dahi ölümü kuşanır, ölümü konuşur.

Ağlarım, ağlatamam; hissederim, söyleyemem;

Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bizarım!

Depremde ferman cansızlarındır; canlılar çaresiz, feryatlar nafiledir. Her varlık kendi dilince ama korkunç konuşur.

Depremin dilini, yarı uykulu bir halde duymuştum. Kulağım sert zeminde yatıyordum. Farklı bir gümbürtüyle uyanmıştım. Ses ürkütücü, derinden ve uzundu. Kocaman dünyamızın bir parçası belki de kendisi sanki daha geniş, daha derin bir yerlere doğru düşüyor ve düştüğü yerin derinliklerine oturuyor gibiydi. O an, çaresizlik ve dehşet içinde; “Deprem” dediğimi net hatırlıyorum!

Yeryüzü, sıcak yuvam en vahşi bir canavar olmuş, dehşet diliyle konuşuyordu. Beton kalıpları, ne hevesle boyadığım, süslediğim duvarlar, kiriş ve kolon çatırtıları, ne hevesle aldığım evimin bütün eşyası… her şey ne kadar da fazlalık ne kadar güvensiz ne kadar vahşileşmişti İlahi! Evim, eşyalarım; bana, ev halkıma, canımıza kastediyordu.

Kim bilir eşya belki de bizim için ağlıyordu… Lisan-ı haliyle belki de şunu feryat ediyorlardı: “Uyan! Kalk! Kaçın… Bugün emniyet yok.. Bir yerlere sığının.. Benim adım dehşettir! Rabbimin emrine itaatimi kınamayın, şaşırmayın; çareler arayın..” der gibiydi etraf(!)

Kurtulmuştuk ama Elazığ’da hayat toz dumandı…

Kahramanmaraş merkezli 7,7 ve 7,6 şiddetindeki depremin dehşet dilini anlamaya gücüm elbet yetmez ama tahmin edebiliyorum. O an, -Rabbim kimseye yaşatmasın- talihsiz bir zamandı. Kardeşlerim Şarkın dondurucu kış gecelerinde, sıcak yuvalarında, en tatlı uyku anında yakalandı bu kıyamet dehşetine! Ülkeler de hissetmişti. Can kardeşlerimin, o an hangi kıyamet sahneleri içinde uyandıklarını tahmin edebiliyorum. O derin uykuda uyanma fırsatını bulmadan ecelin soğuk pençelerine teslim olan nice kardeşlerimi; can vermiş annenin kucağındaki çocukları, çocuğunun cansız bedeniyle günler geçiren anne-babaları, kardeşleri görüyorum. Elini öptüğümüz yaşlıların… nasıl can verdiklerini bilir ve görüyorum..

Büyük acılar, ağır bedeller ödendi. Bu yüzden ölenlere şehid, yaralılara gazi, yardıma koşanlara Ensar dedi Peygamberim!

Deprem sonrasının da dili vardır.

Şunu net bilmeliyiz: Depremden kurtulmuş her kes bugün yaşayan birer ölüdür. En mütevazı maddi ve manevi desteğimize ihtiyacı olan “garib, ağır yarılı, zayıf, duygusal; yaşadığı ağır belki de telafisi imkansız kayıplarından dolayı en zayıf insanlardır depremzedeler! Kimlere, nelerin olduğunu biz Anadolu insanı iyi biliriz. O gariplerin tüm organları kendi dilince konuşur. Eli, ayağı, başı, saçının teli, giysileri, tencere tavası, kalmamış evinin bacası, derdi.. konuşur.

Her birinin her neresine dokunsan, bin ÂH işiteceğin Allah’ın özel emanetidir onlar.. Bizler, onlardan sorumlu ve görevlileriz. Hepimiz, insan olup olmadığımıza ait mezuniyet diplomalarını onlardan alacağız veya sınıfta kalacağız!

Deprem başta olmak üzere afetler; sonunda iyiliğin kötülüğü yendiğini, neticede iyiliğin kazanacağını da gösteriyor. Kötüler hep kaybedecek; sonsuza kadar da kaybedecekler.

Afetler tabi ki Allah’ın takdiridir ama hesap vermesi gerekenler de vardır. İşte onlar da hesabını adalete tam versin!

Hesap verme; bir zaaf değil, maddi ve manevi kayıplarımıza şifa olacaktır. Korkmayalım; en zayıf anında bile komşusuyla paylaşmasını bilen insanımız; adalet ve liyakati hakkıyla konuşturanları, yüceltmesini bilir.

Asi kavmini -iflah olmazlar- diye zamansız terk eden Yunus(as) bile “…kendime zulmettim..” diyerek sahil-i selamete çıkabilmiştir vesselam!