• DOLAR 34.654
  • EURO 36.349
  • ALTIN 2920.056
  • ...

Garip İslam’ın anayasa kitabı Kur’an-ı Kerim’e yine bir saldırı oldu. “Öz yurdunda garip, öz vatanında parya” olan koca bir Ümmetin, kendini arayan insanlığın kutsal Kitabı’na saldırdılar, yaktılar!

Yine Avrupa’da ama bu kez İsveç’te, polis korumasında, bir politikacı tarafından… Abdestsiz dokunmaya hicap ettiğimiz mübarek Kitabımız yakıldı; İbrahim gibi, Ashab-ı Hudut gibi, Mansur’un külleri gibi yaktılar.

Azizuntikam olan Allah’ın “Kur'an (Zikr)'ı kesinlikle biz indirdik; elbette onu yine biz koruyacağız.” (Hicr 9) ikazına rağmen yakıldı. Yani barışın, kardeşliğin, kendisine sığınan insanlara canı pahasına eman veren Ümmetin kitabını yaktılar! Gayretullah’a dokundular, milyarların yüreğine ateş düşürdüler!

Basının karşısında, halkın ve dünyanın gözü önünde planlı ve programlı olarak cinayet işlendi. Hükümet yetkilileri, Batı basını yine şaşırtmadı; terör yerine eylem, terörist yerine de meczup kavramını kullandılar.

Onlarda da seçimler var, seçmene verilecek mesajlar var… dahası, Müslüman coğrafyalardakine göre daha sıkı uygulanan yasaları da var. Alayını alıp başlarına çalsınlar!

Hindistan’da, Siyonist terör devletinin esaretindeki mabetlerde… bilerek ve isteyerek özellikle yapıyorlar.

İsveç yetkilileri; başta “fikir özgürlüğü…” dedi. Sonraları da “..meczubu desteklemiyoruz; yeri ve zamanı değildi, yanlış buluyoruz; kınıyoruz…” dedi. Beki de demek istemediler de biz öyle anlamak istedik veya Bizimkiler(!?) öyle anlamamızı istedi(!)

Görülen o ki; kayda değer bir şey diyemediler. Birçoğu gündemine bile almadı.

Niye ve neden desin ki? Halkı Müslüman Devletlerin ekser hükümetleri de pek bir şey demedi, diyemedi veya demek istemedi.

Batı ve dünyanın küresel güçlerinden bir çözüm beklemek; Müslümana yaraşmaz, “ayıptır, günahtır, cinayettir.”

Asıl soru ve sorun “Kur’an’a Saldırının Bizdeki Cephesi!” Asıl bu sorgulanmalı.

İslam’ı ve ümmeti ilgilendiren her kritik olayda İstanbul’un, özelde dünyaya genelde de İslam Ümmetine verdiği mesajları olur. Birçoğu da basın yayın organlarının gündemine gelir. İstanbul’u ve buradaki İslami yapıları kutlarız.

Batman, orantısız güç ve imkanlarına rağmen bu kez İstanbul’u hayli gerilerde bıraktı. Sultan Selahaddin’in torunları, her defasında olduğu gibi bu kez de “Güneşin Doğu’dan doğduğuna, ışığın Doğu’dan geldiğine..” şahitlik ettiler elhamdülillah! Görüntü muhteşem; cadde ve sokaklar, kabaran imanlı yürekler muhteşemdi… Bana mazinin karanlık, kanlı ve zor zamanlarda Hakk’ı haykıran yiğitleri, şehit ve şahitleri hatırlattı Can Batmanım!

*“Hemzeyê zemanim bi nav u nîşan im\ Ey kafırî kindar, ey xayînê mirdar\ Ez Zulfeqarê Elî me l’hember muşrîkan im”

*On binler, güç odaklarına meydan okuyordu: “…Şîyarbin.. Ji topan natirsin\ Mirin pîruz e lewra em şehîd in”

* “Kavrar bilek, çarpar yürek\ Buna İbrahimler gerek\.. Mekke bir gün geleceğiz!”

* “Întîfada… \Koş Ayşe koş! Ali yerde\ Al sancağı sıra sende..”

Bu protesto ve Kur’an’a sahip çıkma mitinglerini seyrederken şahsen bu marşların meydanları inlettiği mazinin meydanlarındaydım. Bunlar; mevcut diriliş ve gelecekteki direnişlerin habercileriydi ama bunların da yetmediğini gördüm.

Kur’an’a Saldırının Biz(Ümmet)deki Cephesi:

Kur’an; Allah’ın kitabı, Müslümanın dünya ve ahiret yaşamının sınırlarını çizen anayasası mıdır? Evet. Bizzat Hz. Muhammed tarafından da “yasama, yürütme, yargıda ve uluslararası ilişkilerde” uygulanmıştır. Evet, Ümmeti yöneten devletlerdeki uygulama nedir diye sorduk mu?

Batı’da kutsal kitabımızın sahifeleri yakılırken, Ümmet coğrafyasının ekserinde de bunun hükümleri yakılmıyor mu? Bu hükümleri istedi diye insanlar yargılanıyor, hapsediliyor, infaz ve idamlar yapılıyor. Bu cinayetlerin sahipleri devlet veya hükümet denilse de hakikatte “Müslüman coğrafyaları. Dünya hakimleri adına kontrol, sevk ve idare eden” işbirlikçi ecnebi derin yapılanmalar, cinayet şebekeleridir.

Dindar yapılar; devlet ve hükümetin imkân ve kaynaklarını bir şekilde gasp eden bu türedi güruhları, halka yeterince izah ve ihbar edebilmiş mi?

Müslümanın, İslam’a ve değerlerine hakaret eden Haçlıya karşı, hep platformda kınama, itiraz ve protestoları olacaktır, olmalıdır. Aynı Müslüman, bunların yerli işbirlikçilerine karşı da tepkileri, yasal zeminin sınırlarını zorlayan faaliyetleri de olmalıdır.

Avrupa nimetlerinin zirvelerindeki bir dostum ısrarla, inatla anlatıyordu:

“Oturduğunuz yerden Avrupa’yı eleştiriyorsunuz ama empati kuramıyorsunuz. Adamlar bugünlere gelmek için ne bedeller ödedi, biliyor musunuz? Giyotinlerden, salgın hastalıklardan geçtiler. Otuz Yıl, Yüzyıl Savaşları, iki tane dünya savaşının kıyım, dram ve tecrübelerini yaşadılar. Bu ağır bedeller sonucunda da bugünlere vardılar. Müslüman ülkelerdeki liderlerin ekseri; Batı’da bir gün dahi yaşayamazken sizde vazgeçilmez kahramanlar olabiliyor! Kendi din ve değerleriniz mahkûm… Hani itiraz ve istekleriniz? Siz ne bedeller ödediniz..” demişti dostum.

Tabi ki Batının katliam ve sömürü tarihini somut örneklerle anlatarak kendimce makul cevaplar vermiştim ama dostum; “Batı, kimseye acımaz, acısa da dünyayı paylaşmak istemez. Hakkını sen arayacaksın.” demişti.

Bizler Müslümanız. “Küresel suç, günah ve haramlara…” bulaşmakta tabi ki Batı ve sair küresel güçlere göre daha gerilerdeyiz hatta masumuz ama bu da yetmez!

Esasen sadece haklı olmak yetmiyor. Bu hakkı konuşabilecek birikim, imkân ve kabiliyet de şarttır. İki camianın diyalog ve istişare yapmada zorlandığı; hikmet ve güzel sözün kabalığa, nezaketsizliğe döndüğü; şefkat ve merhamet yerine şiddetin yayıldığı, bu şeraitten nemalanan asi, azgın azınlığın ahkam kesildiği ümmet coğrafyası; amatör kişi, hesap ve kadroların elinden inliyor.

Ölüme, Şeb-i Arus (vuslat gecesi) diyen bir ümmet, tüm değerlerini bir pul kapitale feda etmiş değersiz Batı’dan merhamet dileyemez! Onlara ancak merhamet edebilir! O günler hiç de uzak değildir amma henüz değil, bu halimizle, bu akl u fikr ile de hiç değil!

Ve onlara karşı gücünüzün yettiği her kuvvetten ve bazı at(araç)’lardan hazırlayınız. Bununla Allah'ın ve sizin düşmanlarınızı ve onlardan başkalarını, (ki bunları siz bilmezsiniz, Allah Teâlâ bilir) korkutursunuz…”(Enfal 60) Wesselam!

Akif’in Feryadı:

Üç beyinsiz kafanın derdine, üç milyon halk,

Bak, nasıl doğranıyor? Kalk, baba, kabrinden kalk!....

“Arnavutluk” ne demek? Var mı Şerîat’te yeri?

Küfr olur, başka değil, kavmini sürmek ileri!

Arab’ın Türk’e; Laz’ın Çerkes’e, yâhud Kürd’e;

Acem’in Çinli’ye rüchânı mı varmış? Nerde!

Müslümanlıkta “anâsır” mı olurmuş? Ne gezer!

Fikr-i kavmiyyeti tel’în ediyor Peygamber.

“Medeniyyet!” size çoktan beridir diş biliyor;

Evvelâ parçalamak, sonra da yutmak diliyor….

Görmüyor gittiği yanlış yolu, zannım, çoğunuz…

Size rehberlik eden haydudu artık kovunuz!

Bunu benden duyunuz, ben ki evet, Arnavud’um…

Başka bir şey diyemem… İşte perîşan yurdum!..