• DOLAR 34.654
  • EURO 36.347
  • ALTIN 2920.514
  • ...

İhtiyaçtan ziyade duygularımıza hitap eden, insanı hayran bırakan “söz, iş ve eserlere” sanat; bunlarla uğraşanlara da sanatçı deriz. Bu yönüyle sanatta bir nevi sihir de vardır. Peygamberimiz “Beliğ sözde sihir vardır” derken de bunu kastetmiş olmalı! Değerlerin erozyona uğradığı günümüz dünyasında özünden en çok ayrılan da sanat ve sanatçı tanımlarıdır.

Sanata bir sınır çizmek elbette yaraşmaz, esasen bu, mümkün de değildir ama sanatçının bir hududu, değerleri ve ahlakı olmak zorundadır. Günümüzde böyle mi? Hayır! Sanatçı zıvanadan, iş de çığırından çıkmış.

Geçmişte de Şark’ın sanat ve sanatçıları vardı elbet. Daha çok şair ve bestekârlar üzerinden icra edilen sanat, içinden çıktığı toplumun, beslendiği inanç ve geleneğin, ortak aklın tercümanıydı..

Hasan bin Sabit, “Hasan, hicvetti. Hem (kendisi) şifa buldu, hem (bana) şifa verdi” hadis-i şerifine mazhar olmuş.

Yunus; “Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı/ Söz ola ağûlu aşı, yağ ile bal ede bir söz” derken şiir üzerinden sanat ve sanatçının ağzından çıkan sözün, söz ve kalemin sorumluluğunu belirtmiş, hududunu çizmiş.

Akif; Batı gücü ve zihniyeti karşısında çöken muazzam bir medeniyetten dolayı nefsini suçluyor, suskunluğunu kınıyor! “Ben böyle bakıp durmayacaktım, dili bağlı,/ İslam’ı uyandırmak için haykıracaktım./…/ Haykır! Kime, lâkin? Hani sâhipleri yurdun?/ Ellerdi yatanlar, sağa baktım, sola baktım;/…/”

Dadaloğlu; sanatçılığının da ötesinde bir Şehsuvar, bir serdengeçti bir koç yiğittir. Halka rağmen kanunlar dayatanlara karşı meydan okuyor.  “Belimizde kılıcımız kirmani/ Taşı deler mızrağımızın temreni/ Hakkımızda devlet etmiş fermanı/ Ferman padişahın dağlar bizimdir.

Karacoğlan; âşıktır ama maymun iştahlı değildir. Uğradığı yerler, güzellerle dolup taşsa da o, sadece kendi özel aşkı alan “Ala Gözlü’sünü” aramaktadır.  “Yeşil ördek yayılıyor çemende/ Mehdi günü doğar ahir zamanda/ Kürd’de, Hindistan’da, Çin’de, Yemen’de/ Acep gezsem ala gözlüm var m’ola!” Doğrusu, Karacolan meğer tekmil Anadolu insanına âşıkmış!

Aşkın şairi Melâ (Cizîrî); âşık ve maşuk işini beşerden Sultan-ı Kainat’a vardırır. Sadakatle girdiği bu uğurda; mum gibi erimeyi, lal olmayı, inlemeyi, eriyip yok oluşu resmeder.

“Şubhê şem’ u şemalim ez/ Ji ber hubba te lâlim ez// Ze’ifim wek hilalim ez/ Sifet goyîn dikalim ez”

Bu sözlerde hilaf yok, sadakatsizlik yok, yüreğe işlemeyen bir söz de yoktur.

Mazide; kahramanlık anlatan şair, bizatihi kendisi de o ölüm kalım hengâmesinde bulunmuştur. Aşkı anlatan şair, aşkına sadık kalmış, yoluna çıkan sayısız çile ve zorluklara göğüs germiş, gerekirse canını da verebilmiştir. Din ve değerleri anlatan şair ve bestekârlar ise söz ve sanatında dile getirdiği “aşk, gözyaşı, hasret, hicret, çile, zindanları..” bizzat yaşamış; seccadesinde gözyaşıyla tanışmış; dayatılan, berdar olmak ise ona da boyun eğmemiştir.

Ayağı ve kolu çapraz kesilen Mansur, akan kanıyla abdest alırken; “Ne olacaksın..?” diye ağlayarak soran dostu Şibli’ye gülümseyerek şunları der: “Allah’a bir abdest ile de varılır ancak işte böyle alınırsa!”

Bu samimiyet ve bedeller günümüzde kaldı mı acep? Maalesef hayır!

Adam televizyonda program yaparken ailenin ve değerlerin temeline dinamit koyuyor. Eşleri ayırmak için, aileyi yıkmak için ne gerekiyorsa onu yapıyor. İnsanoğlunun hatta hayvanların bile aşikâr işlemekten ar ettiği her çirkefi, her fiili, her edepsizliği milyonların izlediği canlı yayınlarda konuşturuyor, dinletiyor hatta işletiyor... İşin kötüsü, düzenlenen törenlerde da bu edep ve ahlak yoksunu ucubeler yılın sanatçısı, yılın programı namıyla ödüller alabiliyor.

Sanatçı diye sahneye çıkan hilkat ucubeleri; saç tıraşından, giyimine, jest ve mimiklerine kadar hayvan ve haşeratı taklit edebiliyor. Bu taklitlerle de “star” adını alıyor; dünya starı oluyor daha doğrusu star raddelerine çıkartılıyor. Örneğin Afganistan’ın; mertlik, edep, maneviyat kokan cihadın destan diyarlarında hasbel kader gadre uğramış bir zavallı kadın buluyorlar. Bu buldukları da hangi açıdan baksanız amatör ama bir de bakarsınız TİMES’in kapak resmi olmuş, akabinde de tuhaf tuhaf ödüller almış!

Bizdeki sanatçıların neşvünema buldukları yer malum Yeşilçam’dı. Bu gün bile seyrettiğimiz Türk Filmlerinin imal yeri orası. Orada; bodur ağaçların kütüklerinden imal ettikleri çelimsizleri, Selvi ağacı(!) diye piyasaya dayattılar. Batılı kültürün, seküler yaşamın mera ve çayırı olan Yeşilçam’da din ve değerlerimize en büyük darbeler indirildi halen de indiriliyor. “Nikâhsız evlilik, açılıp saçlıma, iğrenç tipli itici din adamı tiplemeleri, kravatlı muhteremler..” hep oralı sanat ve sanatçılar üzerinden dayatıldı.

Toplumda bir karşılığı olmayan, birçok alandan geçiyorken hasbelkader oralara da uğrayan bu vatanın çaresiz evlatları oralarda devşirildi. İnsanlığa sunacak hiç bir değeri kalmamış olan Batı ve Batılı değerleri adına devşirilen bizim çocuklarımız; ait oldukları “inanca, kültür ve değerlere” düşman olarak yetiştirildi, yetiştiriliyor.

Dünyadaki hâlihazırdaki sanat ve sanatçı, Seküler Batı Kültürünün intikam tugayları olarak yoluna devam ediyor. Başta İran ve Türkiye’nin de TRT üzerinden işlediği İslami ve nispeten yerli film ve diziler elbette mühimdir ama sanat ve sanatçının bir ticari saha olduğu günümüzde sosyal medyaya da hâkim olan Batı kültürü ve sakıncalı değerleriyle yarışamayacak durumdadır. Bu alanda kurumsal çalışmalar ve özellikle de devlet desteği şarttır.

Artık; “Leyla gelin oldu, Mecnun mezarda,/ Bir susuz yolcu yok şimdi dağlarda,/ Ateşten kızaran bir gül arar da, /Gezer bağdan bağa çoban çeşmesi,” (Faruk Nafiz) desek de yapacak çok işimiz ve kat edecek çok yolumuz vardır.

Allah’tan, tek ve eşsiz bir nasibimiz de vardır: “Şeytan(lar)ın hilesi zayıftır” wesselam!